Prof.Dr. Cağfer KARADAŞ
İlâhî isimlerden kerîm, “cömert, iyi, asîl, ahlaklı ve değerli” olmak anlamlarına gelen kerem kelimesinden türetilmiş bir sıfattır. Bu anlamıyla kerîm, cömertliğin kendisinde aslî bir unsur haline geldiği ve ayrılmazlık özelliği kazdığı bir zatı ifade eder. Böylesi bir cömertlik karşısında insanlar ne garipseme hali yaşarlar ne de şaşkınlık içinde olurlar. Olması gereken ve olağan bir hal olarak karşılarlar. Ortaya konulan tavırda bir aşırılık sezilmediği gibi bir eksiklik de hissedilmez. Her şey kadrince ve kararıncadır. Ne bir fazla ne bir eksiklik söz konudur. Nitekim İmam Gazzalî, kerîm sıfatını taşıyan zatı şöyle tarif eder: “Vaat ettiğinde vaadini yerine getirir, verdiğinde beklentiyi tam olarak karşılar, ne kadar verdiğinin veya kime verdiğinin hesabını yapmaz, kendisine baş vuranı bir başkasına muhtaç etmez, vefasızlık gösterene sitem eder ama irtibatı koparmaz, kendisine sığınanı geri çevirmez, aracılara ihtiyaç bırakmaz. Bütün bu özellikler zorlama olmaksızın böyle bir zatın kendinde bulunur. Zaten bu anlamda kerîm sadece Yüce Allah’tır.”
Çünkü Allah, iyi-kötü, mü’min-kafir, itaatkar-isyankar, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız bütün kullarına her hangi bir karşılık beklemeksizin, hallerine bakmaksızın her türlü nimeti verir. Çoğu zaman günahı örter, çirkinliği gizler, haylazlığı yüzüne vurmaz, tembeli aç bırakmaz; bol bol verir, yedirir ve doyurur. Bütün bunların karşısında nankörlük eden kul, dönüp kapısını çaldığında af ve mağfiret dilediğinde hiçbir karşılık istemeden ve bedel ödetmeden tevbesini kabul eder. Yüz kere tövbesini bozsa, kapısına gelen kulunu eli boş ve başı eğik göndermez. Gelmeyene, yüz çevirene, hainlik edene de adil davranır, işlediği günah kadar yani günahının misli kadar bir ceza verir.
İyi olan, iyilik peşinde koşan kuluna bütün rahmet kapılarını açar. Bir yapanı on misliyle mükafatlandırır. Hidayet peşinde olanın önünü nur ile aydınlatır, gözüne pırıltı yüzüne neşe yansıtır, kitabı rehber, melekleri yoldaş kılar, hoşnutluk hedefine, ebedî kurtuluşa erdirir. Rahat ettirir, huzura kavuşturur, memnun eder. Alt tarafından ırmakların aktığı ebediyet bostanlarında, cennetinde konut eder, yüzlerini seviçten, memnuniyetten pırıl pırıl kılar ve vech-i ilâhîsini temaşa ile taltif eder.
El açanın elini boş çevirmez, yola çıkanı hedefine ulaştırır. Çalışana verir, kazancını bereketli kılar. Susuz kalmış bir köpeğe isyankar bir kul eliyle su gönderir, bu davranışı sebebiyle o kuluna necat kapılarını açar. Kelime inzal eder Adem’i kurtarır, kızgın ateşi İbrahim’e serinletir, denizde Musa’ya yol açar. Kul sıkışır O yetişir. Kerem sahibi olan Yüce Rabbimiz her zorluğun ardından bir kolaylık kılar.
Dünyada rahman ismiyle bütün kullarına rahmet eder, ahirette rahîm ismiyle mümin kullarına rıza kapılarını açar. Mümin kullarına vereceği mükafat, alt taraflarından ırmakların aktığı Adn Cennetleri’dir. Onlara orada ebedi bir hayat kesintisiz bir nimet bağışlar. Onlar O’ndan hoşnut olur, O da onlardan hoşnut olur.
Böylesi bir kerem sahibi Yüce Allah karşısında insanın yapması gereken hamd ve tesbihtir. Çünkü Allah kerem sahibi ve yegane yardım edendir. İnsan ise yardıma muhtaç olandır. Mutlak anlamda yardım eden her türlü noksanlıktan uzak olandır. Yardıma muhtaç ise noksanlıkları, eksiklikleri ve ihtiyaçları bulunandır. Her türlü eksiklikten uzak olan Allah, kendi mükemmelliğini ve bizim noksanlığımızı hatırda tutmamızı istiyor. Bir nimete erdiğimizde, bir başarı elde ettiğinizde veya büyük bir zorluğun üstesinden geldiğimizde gurur ve kibre kapılıp yardıma muhtaç olduğumuz günleri unutmamamız ihtarında bulunuyor. Tesbih işte budur: Yüce Allah’ın her tür noksanlıktan uzak olduğu bilincinde olmamız ve bunu dile getirmemizdir.
Hamd ise O’nun övgüye layık olduğunu hatırlamamız ve onu dillendirmemizdir. Çünkü eksiği bulunan ve sürekli ihtiyaç içinde kıvranan bir varlığının övgüye layık olması ne kadar doğrudur? Her an günaha bulaşan veya bulaşma riski içinde bulunan, sürekli yeme ve içmeye ihtiyaç duyan, yalnız kalmaktan ve yalnız bırakılmaktan korkan bir insanın övgü beklemesi aslında gülünç değil midir? Övgü ancak alemlerin Rabbi, her iki dünyanın yegane Hakimi, kullarına karşı şefkat ve merhametli kerem sahibi yüce yaratıcı Allah içindir.
Nitekim yüce Allah, Hz. Peygamber’den Mekke’nin fethi sonucu insanların dalga dalga İslam’a koştukları o günde, Allah’ı hamd ile tesbih et ve bunu ümmetine talim et buyuyor. Yüce Peygamber devesinin üstünde Mekke’ye girerken, bir fâtih gururu içinde değil, bir kul olma mütevazılığı içinde davranıyor. Devesinin üstünde başı öne eğik, ulvî bir mahcubiyet içerisindedir. Allah’a hamd ve tesbih ne kadar yakışırsa, kula da Allah’ı tesbih etmek ve hamd etmek o kadar yakışır.
Kerem sahibi Allah, verdiği nimetin kıymetini bilmeyen, isyan eden, yüz çeviren ve günah işleyen kulunu mahrum etmez, kapıları yüzüne kapamaz. Aksine yöneldiğinde, geldiğinde ve el açtığında bütün kapıları ona açar. Bunun için kulun Rabbine yönelip istiğfar ve tevbe etmesi gerekir. İstiğfar, Allah’ın kullarına verdiği hadsiz ve hesapsız nimetin kadrini bilememek ve şükrünü eda edememekten dolayı Allah’a yönelik mağfiret dilemektir. Tövbe ise Allah’ın emirlerini yerine getirmemek ve yasakladıklarından kaçınmamak suretiyle günaha girmekten dolayı Allah’tan af dilemek ve bağışlanmak için el açmaktır.
Yapılacak olan bir nimete erdiğinde şükretmek, bir musibet ile karşılaşıldığında sabırlı olmaktır. Allah’ın nimetlerinin gereğini yerine getiremediğimiz için istiğfar etmek, günahlarımızdan dolayı tövbede bulunmaktır. Çünkü Allah her zaman ve her şartta tövbeleri kabul edendir. Çünkü Allah kerîmdir.
Muhyiddin İbn Arabî’nin duası ile bitirelim:
“Ya Kerîm!
Beni bu dünyada itaat ve muhabbet ile ikram edilmiş kullarından eyle!
Öte dünyada vech-i kerîminin tecellisini temaşa etme ikramına mazhar olanlardan kıl!”
Kaynaklar
Gazzalî, el-Maksadü’l-esnâ fî şerhi esmâi’l-lahî’l-hüsnâ, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 89.x
Muhyiddin İbn Arabî, en-Nûru’l-esnâ bi münâcâti’llahi bi esmaihi’l-hüsnâ, Kahire 1398-1978, s. 7.
Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyet, İstanbul 1987, s. 97-99.
Metin Yurdagür, Esmâ-i Hüsnâ, İstanbul 1996, s. 158-160.
Cağfer Karadaş, On Kısa Sure ile Son Peygamber, Bursa 2008, s. 102-104.
Bekir Topaloğlu, “Kerîm”, İslam Ansiklopedisi DİA, Ankara 2002, XXV, 287.