Cağfer Karadaş, Prof. Dr.
“Allah, kendisinden başka tanrı olmayandır. O diridir ve her şeyi ikame ve idare edendir. Ne uykuya ne uyuklamaya yenik düşer. Göklerde ve yerde olan her şey onun hükmü altındadır. Onun izni olmaksızın kim bir başkasına arka çıkabilir veya aracılık edebilir? Onların önlerini ve arkalarını/geleceklerini ve geçmişlerini O bilir. O dilemedikçe hiç kimse O’nun bilgisine erişemez. Kürsüsü/kudreti bütün gökleri ve yeri kapsar. Gökleri ve yeri bir düzen içinde tutmak ve idare etmek ona asla ağır gelmez. Çünkü O, her türlü eksiklikten uzak ve her şeyin üstündedir.” (el-Bakara 2/255)
Lafza-i celâl olarak da anılan Allah ismi, Yüce Yaratıcımızın en özel ve bütün ilahî isimleri kuşatan/kapsayan adıdır. Her hangi bir kelimeden türemiş veya bir başka dilden aktarılmış değildir. Her ne kadar İbranice’de ve diğer Sami dillerde Eloha gibi benzer isimler var ise de bu ismin Arapça olduğunda İslam ulemasının çoğunluğu ittifak etmiştir. Biz bu yargıya götüren en güçlü delil, Arapların İslam’dan önce Allah ismini kullanıyor ve inanıyor olmalarıdır. Nitekim “Gökleri ve yeri kim yarattı diye onlara sorsan, Allah diyeceklerdir” (Lokman 25, Zümer 38) mealindeki ayet müşrik Arapların Allah lafzını bildiklerini ve kullandıklarını gösterir (Razî, s. 105). Bir ismin bir başka dilde benzerinin bulunması, bu ismin oradan geldiğini göstermez. Şu kadar var ki, Hicaz bölgesi çevresinde bulunan Sami kavimler akraba topluluklardır ve dillerinde benzerlikler bulunması doğal bir durumdur. Ayrıca bu bölge peygamberler yurdudur ve Kur’an önceki kitapları doğrulayan bir kitap olduğuna göre aralarında kısmî benzerliğin bulunması hak dinlerin birbirlerini takip eden ve doğrulayan özellikleri gereğidir.
Ayrıca Allah lafzı, başka bir kelimeden türetilmiş/müştak bir isim de değildir. Zaten bir dil içindeki her ismin müştak olması gibi bir zorunluluk da yoktur (Razî, s. 105). Öyleyse Allah ismi, Yüce Yaratıcımıza alem/özel isim olarak konulmuş en özel isimdir ve herhangi bir isim veya lafızla alakası bulunmamaktadır. Bu yönüyle de Yüce Rabbimizin birliğine işaret ve delalet eder. “Allah birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, ne doğurandır, ne doğmuştur ne de bir eşi ve dengi vardır” (İhlas Sûresi) Bu surede onun tanrılık vasıfları nasıl ki, eşsizlik ve benzersizlik üzerine kurulmuş ise, O’nun en özel ismi olan Allah da ne bir başka kelimedendir ne de varlığı için diğer kelimelere ihtiyaç duyandır; O’na işaret ve delâlet eden en hususî isimdir.
Allah isminin, alem/özel isim olması bunun sadece O’na has kılınması ve sadece O’na yönelik kullanılması anlamına gelir. Bir başkasına bu ismin hakikaten veya mecazen verilmesi veya bu isimle bir başkasının çağrılması asla doğru değildir. (Gazzalî, s. 40) Ancak esma-i hüsnâdan olan diğer isimler için bu kural geçerli değerlidir. Bu yüzden diğer isimlerin insanlara isim olarak verilmesinde bir sakınca yoktur. Ancak nezaketen, ihtiyaten ve ihtiramen diğer isimlerin ‘abd’ nispesiyle Abdurrahman, Abdulkerim gibi kullanılması daha uygundur.
Allah ismi, esma-i hüsnâdan diğer bütün isimleri kapsayan ve kuşatan bir isimdir. Nitekim diğer isimler Allah’ın ilmi, Allah’ın kudreti, Allah’ın keremi gibi bu isme nispet edilerek kullanılır. Allah ismi ise hiçbir isme nispet edilmeksizin tek başına kullanılır. Ayrıca her ismin taşıdığı anlam Allah isminde mevcuttur ve bu yönüyle ism-i câmi yani bütün güzel isimleri toplayandır. Allah, halîmdir, şekûrdur, tevvâbdır, kerîmdir… Bunun anlamı, Allah kullarına karşı yumuşak muamelede bulunur, iyiliklerine hemen teşekkür eder ve karşılık verir, tevbelerini kabul eder, onlara ummadıkları yer ve zamanda ikramlarda bulunur… şeklindedir.
Allah ismi, ism-i a’zam yani en büyük isimdir. Bu yüzden onunla yapılan zikir de zikirlerin en yücesi ve en güzelidir. Ancak unutmamalıdır ki, fikir yani Allah’ı bilme ve tasdik etme zikirden üstün ve önceliklidir. Çünkü fikir kalbin, zikir ise dilin eylemidir. Kalbin eylemi dilin eyleminden her zaman üstün ve önceliklidir. Ayrıca fikri yani tasdik ve marifeti terk etmek küfür, zikri terk etmek ise günahtır. Ancak unutulmamalıdır ki, dildeki zikir kalpteki fikrin aynası ve göstergesidir. Bu yüzden Yüce Allah “Onlar ayakta, oturarak ve yan üstü uzanarak Allah’ı zikrederler/anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışını fikrederler/düşünürler. Rabbimiz sen bunların hiç birini boşuna yaratmadın. Ey Her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbimiz bizi cehennem azabından koru.” (Al-i İmrân 3/191) buyurmuştur. Ayette zikir başlangıç, fikir ise sonuç olarak verilmiştir. Fikir bir nevi hatime/sonuç ve gayedir. Sonuç ve amaç her zaman zikirden önce gelir (Razî, s. 62). Şu kadar var ki, kul kalbini ve himmetini Allah’a adar, kimseyi O’na ortak düşünmez ve görmez, O’ndan gayrıya dönmez, sadece O’ndan umar ve O’ndan korkarsa Allah isminin manasını kavramış, onun marifetine ulaşmış olur ve dilinden dökülen zikirler yerini bulur. Çünkü sadece Allah hakikaten var olandır. O’nun dışındakiler varlıklarını O’na borçludur. Çünkü onlar mâ sivâdır, yok olmaya mahkumdur. Zaten onların varlıkları O’nun yüce rahmet ve bağış hazinesi sayesindedir. Allah’ın varlığının olmaması, diğerlerinin varlığının olmaması anlamına gelir. Allah’ın varlığının düşünülmemesi, diğerlerinin varlığının boş, geçersiz ve gereksiz olması anlamına gelir (Gazzalî, s. 41).
Kur’an-ı Kerîm’de en çok geçen isim olması ve 2697 kez tekrarlanması Allah isminin önemini göstermeye tek başına yeter. Ayrıca Kur’an’da Allah ismiyle başlayan otuz üç ayet, sınırlı anlama kapasitesine sahip biz kulları için, adeta Allah isminin anlam çerçevesini bize çizer. Bu ayetler tek tek gözden geçirildiğinde Yüce Allah’ın vasıfları, kulları ile irtibatı ve kullarına yönelik O’nun muamelesi ve muamele şekli çok net görülebilir. Bu ayetlerin ifade ettiği anlamı şöylece özetlemek mümkündür: Allah kullarını ikame ve idare edendir, onları zulmetten nura çıkartır, kıyamet günü onları toplar. Onlar için gökleri yükseltmiş adeta tavan yapmış ve yeri döşeyip emirlerine amade kılmıştır. Her şeyi bilendir ve bir ölçü ile yaratmıştır. Kimine bol rızık vererek kimini de rızkını kısarak imtihan eder. İnsanlar için gökten yağmur indirmiş, yerden çeşitli ürünler çıkarmıştır. Etinden, sütünden yaralanmak ve taşımada kullanmak üzere hayvanları yaratmıştır. Geceyi dinlenmek karanlık için gündüzü işlerini görmeleri için aydınlık yapmıştır. Allah göklerin ve yerin nurudur. Bütün güzel isimler O’na aittir. Arşın sahibi ve kürsüsü bütün alemleri kuşatandır. Her şeyi yaratan O’dur ve diriltecek olan da odur. İnsanları öldüren ve kıyamette diriltecek olan da O’dur. Hesaba çekecek olan O’dur. Kitap O’nun, mizan O’nundur. Kıyamet sizin düşündüğünüzden de yakındır. O gün inanmayan ve inancının gereğini yerine getirmeyene hesap soracaktır. İnanan ve inancının gereğini yerine getireni ise hesapsızca ödüllendirecektir. (bk. Ahmed Abdulcevâd, s. 14-17)
Kaynaklar
Gazzalî, el-Maksadü’l-esnâ fî şerhi esmâi’l-lahî’l-hüsnâ, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 40-41.
Fahreddîn er-Razî, Levâmiü’l-beyyinât Şerhu Esmâi’l-lâhi Teâlâ ve’s-sıfât, Kahire 1420/2000, s. 62, 105.
Muhyiddin İbn Arabî, Mişkâtü’l-Envâr-Nurlar Hazinesi (trc. Mehmet Demirci), İstanbul 1990, s. 3.
Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyet, İstanbul 1987, s. 100-108.
Metin Yurdagür, Esmâ-i Hüsnâ, İstanbul 1996, s. 65-68.
Ahmed Abdulcevad, Ve Lillahi el-Esmaü’l-Hüsnâ, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 13-17.