Kur’an’da Adalet Kavramı – 3

Kübra Memnune ŞİRİN



KUR’AN’DA ADALET KAVRAMI

Kübra Memnune ŞİRİN*

  1. Giriş                                                                                                   

Adalet genellikle yasalar karşısında eşit olmayla alakalı bir kavramdır. Bu,  yasaların; sosyal, siyasal ve ekonomik konumları ne olursa olsun kurallara ve örneklere bağlı kalan insanlara eşit bir şekilde muamele etmesi gerektiği anlamına gelmektedir.[1] Hiçbir farklılık gözetmeden tüm insanları kapsayan, insanlar arasındaki dil, din, ırk gibi tüm ayrımlara rağmen, imkanları hakka uygun bir biçimde paylaştıran, güçlülerin değil haklıların üstün olduğu bir dünya oluşturmayı hedefleyen bir adalettir Bir ferdin, bir ailenin, bir toplumun, bir milletin barış, huzur, güven, birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmesi, toplumu ayakta tutan dinamiklerin hakim, diri ve canlı olmasına bağlıdır. Toplumların ve milletlerin emniyeti de bunlara bağlıdır.

Emniyet, güven ortamının ve korkusuzluk halinin var olmasıdır. Emniyet ve güven içinde olmayan bir ülke ve toplum, görünüşte ne kadar kalkınmış ve gelişmiş olursa olsun harap olmuş, yıkılmış bir viraneden farksızdır. Mal, can ve ırz emniyetinin yok olması ve bunları tehdit eden çeşitli tehlikelerin ortaya çıkması, insanlık aleminin en önemli problemidir. Emniyet ancak, Allah’ın emirlerine’ ve kanunlarına itaat edilmesi ve bunların korunması ile görevli hükümet sayesinde meydana gelir.

Güncel hayat birey ve bireylerden oluşan toplumların yaşantılarından meydana gelmektedir. Bu gerçek, öteden beri bireyler arasında sürüp  gitmekte olan sosyal hayatın sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi adına  insanlar ve toplumlar arası ilişkilerin belirli kurallara bağlanmasını da  kaçınılmaz kılmaktadır. Bir toplumu ayakta tutan, barış, huzur ve güveni sağlayan dinamiklerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz. Adalet, düşünce hürriyeti, ahlak, din ve vicdan hürriyeti, sevgi, şefkat, merhamet, affetme, hoşgörü, birlik beraberlik, emaneti ehline vermek (liyakat), can, mal ve namus emniyeti, eşitlik, sosyal güvenlik vb. dir.Bu dinamiklerin en başında yer alan “adalet ilkesinin ” göz ardı edildiği, dünyanın değişik coğrafyalarında haksız yere insanların öldürüldüğü, zulüm ve işkencelerin uygulandığı, insanca yaşama hakkının ihlal edildiği ve insanlık onurunun ayaklar altına alındığı günümüz dünyasında ki bu duruma Yüce Allah’ın kelamı Kur’an’ı Kerim ile dikkat çekmektir.

Bu makale de öncelikle ‘adâlet kavramının  toplum açısından önemini vurgulamak, etimolojik yapısını tahlil etmek ve Kur’an ile bağdaştırarak günümüz problemlerine değinmektir.

  1. ‘Adalet Kavramının Etimolojisi

عدل kökü: Kur’an­­­­­­-ı  Kerim’de, yarısından çoğu medeni olan 11 sure de  24 ayette  28 defa zikredilmiştir.[2]

‘Adalet ( عدالة) kelimesi, ‘doğru olmak, doğru davranmak, adaletle hükmetmek, eşit davranmak’[3] anlamlarında kullanılan ‘a­­­­-d­­­­­-­l’ ( عدل ) fiilinden türetilmiştir. Bu kökten bir masdar isim olan ‘adl ( عدل) kelimesi ‘eşitlik, eşit olarak paylaşmak[4], denklik, aynılık, orta yol, istikamet, eş, benzer, bir şeyin karşılığı’ manalarına gelmektedir. ‘Adl (عدل) kelimesi sıfat olarak kullanıldığında ise ‘adil’ anlamına gelmekte ve Yüce Allah’ın bir sıfatı olmaktadır[5]. Zira Allah, son derece adil, kullarına asla zulmetmeyen, hakikatten başkasını söylemeyen ve yapmayandır. O, en hayırlı hüküm veren ve en iyi hükmedendir.[6]

Aynı kökten masdar isim olan ve sözlükte “karşılık vermede eşit  davranmak, eşit olmak, eşit kılmak, davranış ve hükümde doğru olmak,  hak ve hakikate göre hüküm vermek,  şirk  koşmamak”[7]  anlamlarına  gelen  ‘adâlet  (عدالة)   kelimesi  ise,  “insaflı, doğru, eşit olmak, eşit tutmak, doğru davranmak, zulmetmekten uzak olmak, her şeye tam hakkını vermek, hakkınca düzeltmek, mutedil yani kararlı ve ölçülü olmak, her şeyi yerli yerinde ve gereğince yapmak, istikamet ve hakkaniyet” üzerinde olmak anlamlarına gelmektedir. “Adl” ve “adalet” kavramı İslam dininde dini birer terim olarak, ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak, İslam dininde haramolan şeyleri terk etmek, farzları ise yerine getirmek, içi, dışı, özü, sözü, fiil ve davranışlar ile eşit olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermek. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelmektedir. Adalet kelimesi genel manada verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.

‘Adl’(عدل) kökü Arapça dilinde ‘an’(عن) harfi cerri ile zikredildiği durumlarda doğruluktan ve yoldan sapmak ve meyletmek manalarına gelmektedir. ‘İla’( الئ)  edatı ile kullanıldığında ise dönmek manalarına gelmektedir. ‘Be’(ب) edatı ile kullanıldığı taktirde ise denk ve eşit tutmak anlamlarına gelmektedir.

Adalet (عدالة) kelimesinin zıddı ise cevr (جور) ve zulümdür. Cevr (جور) ‘düzgün olmayan ya da kuralına uygun olmayan iş, haksızlık, taraf  tutma, adam kayırma, zulüm ve insafsızlık’ anlamlarına gelmektedir[8].

Adalet(عدالة) kelimesi kökü olan “Adl”(عدل) kavramı bir şeye meyletmek, başka yöne yönelmek, sapmak, hak yoldan ayrılmak manalarına da gelmektedir. Buradan anlıyoruz ki ‘Adl’(عدل) kökün birbirine zıt iki anlamı vardır. Bunlardan biri doğru, düzgün olmaya, diğeri ise de eğri olmaya delalet etmektedir. ‘Adl’(عدل) kökünde buluna bu iki zıt mana ve anlam; Tevhid yani, Allah’ı birlemek ve şirk yani, Allah’a ortak koşmak manalarında Kuran’ı Kerimde kullanılmıştır.Bu konuya örnek ayetler.

              ‘Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’[9]

              ‘Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.’[10]

Ahlâkî açıdan ‘adâlet (عدالة), “başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kanununa itaatle  gerçekleşen ruhî denge ve ahlâkî kemaldir.[11]

Anlam çeşitliliği bulunan ‘a­-d­­­­­­-l (عدل) fiili ve türevleri Kur’an ilimlerinden Vücuh’a[12] konu bir yapı arz etmektedir. Kur’an­­­­­­­­­­­-ı Kerim’de ‘a­-d­-l (عدل) fiili ve türevlerinin, gerek isim gerekse fiil formatında farklı anlamlar içermektedir.

  1.   Kur’an’da Adalet Kavramı

‘Adalet (عدالة)  kavramının türetildiği ‘a­-d­­­-l (عدل) fiili, isim ve fiil formatında farklı anlamlar doğrultasında sözlük ve terim anlamları doğrultusunda farkı manalarda kullanılmaktadır.

              3.1. Dengeli Yapmak, Dengeli Kılmak 

Kur’ân’da ‘a-d-l (عدل) fiilinin içerdiği anlamlardan birisi, ‘dengeli ve ölçülü yapmak ve dengeli kılmak’tır. Bu kapsamda Kur’an’da şu ayet yer almaktadır.

يا ايها الانسان ما غرك بربك الكريم الذي خلقك فسؤيك فعدلك في اي صؤرة ما شاء ركبك

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü kılan, dilediği bir  biçimde seni oluşturan         cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?[13] 

Ayette geçen ‘a-d-l (عدل) fiilini müfessirler genellikle ‘yaratılışı  dengeli yapmak, organları uyumluyaratmak’[14] şeklindeaçıklamışlardır.  İbn Abbâs bu âyete, “Seni uygun, düzenli ve şekli güzel   birbiçimde yaratmıştır,baş aşağı, dört ayağı üzerinde yürüyen hayvan gibi yaratmamıştır”          manasını  vermektedir.Semerkandî ise söz konusu fiille  ilgili olarak insanın fizyolojik yapısındaki nizâm ve itidale vurgu yapmaktadır.[15]

Bu değerlendirmeler ayetteki ‘a-d-l (عدل) fiilinin, insanın fizyolojik yapısında ki uyum ve ahenki ifade etmek için kullanıldığını göstermektedir.

 

3.2. Denk Tutmak, Şirk Koşmak

Kur’ân’da ‘a-d-l (عدل) fiilinin kullanıldığı anlamlardan birisi de, ‘denk tutmak, şirk koşmak’tır. Bu bağlam da Kur’an’dan şu ayeti vermek mümkündür.

الحمد لله الذي خلق السموات والارض وجعل الظلمات والنور ثم الذين كفروا بربهم يعدلون

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a  mahsustur. Böyle iken inkâr edenler, başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.”[16]

Katâde, Süddî ve İbn Zeyd’e göre başka şeyleri Allah’a denk tutan  inkârcılar, putlara tapan müşriklerdir. İbn Ebzâʹya göre kâfirlerden kasıt,  ehli kitaptır. Taberî’ye göre âyet, kâfirlerin tamamını kapsamaktadır.[17]  Kurtubî ise, âyetteki ya‘dilûn  (يعدلون)  fiilini “şirk koşmak” olarak almakta ve her şeyi tek başına yaratan  Allah’a karşı kâfirlerin işledikleri fiilin çirkinliğine vurgu yapmaktadır.[18]

Bu âyette Yüce Allah’ın gökleri ve yeri, geceyi ve gündüzü yaratan  otorite olduğu açıkça beyan edilmektedir.Buna rağmen kâfirlerin ve putperestlerin, bir takım varlıkları Rab’lerine ortak koştukları ifade edilmekte ve onların nankörlükleri gözler önüne serilmektedir.  Yani bu âyetteki  ya‘dilûn (يعدلون) fiili “denk tutmak, şirk koşmak” anlamında kullanılmaktadır.

 3.3. Tevhîd, ‘Adâlet, Eşitlik

Kur’ân’da ‘a-d-l(عدل)  fiilinin isim formunda ilk akla gelen anlamı “‘adâlet ve eşitlik’tir. Bu çerçevede şu ayeti örnek olarak verebiliriz.

ان الله يامر بالعدل والاحسان وايثائ  ذي القربئ و يتهئ  عن الفحشاء والمنكر والتغيء تعظكم لعلكم تذكرون

 “Allah, adâleti, iyiliği ve yakınlara bakmayı emreder. Çirkin  işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar.  O, düşünüp tutasınız diye size öğüt  verir.”[19] 

Bu ayetteki  ‘adl (عدل) kelimesini İbn Abbas,  Hz. Peygamber’in sözlerine atıfla, ‘Allah’dan başka ilah olmadığına şehadet etmek, O’nun eşi ve  ortağı olmadığını söylemek, ‘tevhid’ şeklinde algılarken; bazı müfessirler ‘tevhid’ olarak anlamlandırmaktadırlar.[20] Semerkandî  bu  kelimeyi “tevhîd”  ve  “şehâdet”[21] Vâhidî  “kelimei şehadet”[22],  Zemahşeri“Allah’ın,  kullarının güçlerine göre vakitli olarak vâcib kıldığı görevler”, Râzî de “iş ve fiillerdeki iyilik” şeklinde açıklamaktadır.

 

Âyetteki ‘adâlet (عدالة)  kelimesi ile ihsan(احسان)  kelimesini birlikte  değerlendiren  Süfyân  b.Uyeyne,  ‘adâleti  “insanın  içinin  doğruluğu”,  ihsânı ise “insanın içinin açığa vurduğundan daha üstün, değerli ve faziletli olması” şeklinde tanımlarken; Ali b. Ebî Tâlib, ‘adâleti “insafla hareket etmek”, ihsânı ise “lütufta bulunmak ve erdemlice davranmak” olarak  anlamlandırmaktadır. İbn ‘Atîyye de ‘adâleti “farz olan inanç, emanetlerin  eda edilmesi hususundaki şerʹî hükümler, zulmün terkedilmesi, insaflı  hareket etmek ve hakkı sahiplerine vermek”, ihsânı ise “teşvik olunmuş  her türlü işi yapmak” biçiminde   değerlendirmektedir.[23]

Nahl 90’daki  ‘adl (‘adâlet) kelimesi, Yüce Allah’ın varlık  ve birliğine şeksiz imanı ifade eden tevhîdi, İslâm’ın genelde hayata bakışıyla ilgili temel anlayış olan orta yol prensibini, bireyin bizzat kendi nefsine ve diğer insanlara ve varlıklara karşı davranışlarını da kapsayan  anlam genişliğine sahip bir kavramdır.

              3.4. Fidye

Kur’ân’da  ‘adl(عدل)  fiilinin,  isim  formunda  kullanıldığı  anlamlardan  birisi “fidye”dir.  Bu bağlamda şu âyeti örnek vermek mümkündür:

واتقوا يوما لا تجذزي نفس عن نفس شيئا ولا يقبل منها شفاعة ولا يؤذ منها عدل ولا هم ينصرون

“Hiç kimsenin bir başkası adına hiçbir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden herhangi bir şefaat ve fidyenin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseye  herhangi bir yardımın yapılmayacağı bir günden sakının!”[24]

Âyette geçen ‘adlün(عدل)  kelimesini Taberî, Zemahşerî, Râzî ve Kurtubî  “fidye  olarak anlamlandırmaktadırlar.İşte bu âyette Yüce Allah, insanların dünyada alışık olduğu bu yolların  hiçbirinin  ahirettegünahkârlara  fayda  vermeyeceğini belirtmekte,  kişinin ameliyle  baş  başa  kalacağı  mahşer  günü   kurtuluşa  erenlerden  olmak için daha dünyada iken gerekli hazırlıkları yapmasını ve başkalarından kabul edilmeyecek hiçbir yardıma muhtaç olmamasını ona öğütlemektedir.

4.Kur’an’da   Adaletin Eş Anlamlı Diğer Kavramları

              4.1 Kıst ( قسط ):

Kıst ( قسط), sözlükte  adil, kamil ve mu’tedil anlamlarındadır. Etimolojik anlamı ise hisse, ölçü, miktar, rızık, mizan, kısım, rızık, insaflı olma, adaletli pay ve adalettir. ‘Kıst ( قسط) terimi  mastar olarak kullanıldığı zaman ise karşıt anlamlı bir içeriğe sahip olup hem ‘adaletli olma, birine payını ve hakkını adaletli bir şekilde verme’; hem de ‘adaletsiz olma, birine hak ettiği pay ve hakkı vermeme’ olarak değişkenlik gösterir. ‘Kıst (قسط ) terim anlamı olarak, insâf ve adâlet, hakkâniyet[25], hiçkimsenin hiçkimseye zulmetmemesi, mutedillik[26], noksan veya fazla yapmadan eşitlemek, dengelemek, ezdâd’dan olduğu için de adâlet ve insâfın karşılığı olarak zulüm, cevr[27] anlamlarına da gelmektedir

Kur’ân-ı Kerîm’de “kıst” kelimesi çeşitli türevleriyle on yedi sûrede yirmi beş âyetin tamamında “adâlet” mânâsına gelmekte veya ona yakın anlamlar ifâde etmektedir.

4.1.1.Kıst (قسط ) kavramı ile Adl (عدل) kavramı arasındaki bağlantı :

Bakara 282, Nisâ’ 3, 135, Mâide 8 ve Hucurât 9. âyetlerdeki kıst (قسط)kelimesiyle (عدل) kök harflerinden türetilen kelimelerin birlikte  ve aynı bağlamda kullanılması, iki kavram arasın-daki anlam birlikteliğine işaret etmektedir.

Kıst(قسط)  fiilinin ismi fâil sıygasında Mâide 42, Hucurât 9 ve  Mümtehine 8’de geçen ve “‘adâletli, âdil olan, hak sahibine hakkını âdil bir şekilde veren kişiler” manasındaki muksitîn

( مقسطن) kalıbının anlamı  (عدل )  kalıbının  anlamı paraleldir.

4.2. Vezn (وزن):

Adl(عدل) ve Kıst(قسط)  kavramlarından sonra kâinatın, yani bütün göklerin ve yeryüzünün düzenini ifâde etmek için kullanılan üçüncü kavram  ‘Vezn (وزن)’dir. Tartmak, miktarını ölçmek anlamındadır. Vezn, sözlükte; birşeyin ağırlık veya hafifliğini ve miktarını öğrenmek anlamındadır. Mîzân terim olarak, tartı ve ölçü aletine denildiği gibi, söz ve davranışlarda insanlar tarafından uyulması gerekli olan adâlete, mevcûdâttaki dengeye yani genel denge kanununa da denmektedir.[28]

Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli türevleriyle birlikte on üç sûrede, yirmi bir ayette ve yirmi üç ayrı yerde kullanılan[29] ölçü ve denge karşılığındaki mîzân birçok ayette ‘tartı’ anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda ise müfessirlerin çoğunluğu tarafından  ‘adalet’ manasında anlaşılmıştır. Adaleti gerçekleştirmek, düzgün bir biçimde ölçmek ve değerlendirmekle mümkün olduğuna göre, bunu sağlamak için maddi varlıklarda tartı aletine, manevî konularda ise akıl ve ruhun belli donanımlarına, varlık ve olaylar arasında gerekli dengeyi kuracak muhakeme gücüne ihtiyaç vardır.[30] Kur’ân-ı Kerîm, Varlık ve Yaratılış düzenin adâlet ve denge temeline dayandığını açıklar. “Göğü Allah yükseltti ve mîzânı (dengeyi) O koydu.[31]

              4.3 Hakk (حق)

‘Hakk (حق) kelimesi, hakk (حق) kökünün mastarıdır. Hak (حق) kelimesi Allah, Kur’an, İslam, adalet, tevhîd, doğruluk, zorunlu, hakikat, bâtıl’ın zıddı, mal, mülk, evla, pay, ihtiyaç, sabit ve şüphe olmayan şey, yerine getirilen hüküm gibi anlamlarına  gelmektedir.[32] ‘Hak’ ve ‘Allah yolu’ ; ‘doğruluk’  ve ‘adaletin’ ifadesidir. Hakk kavramıyla, insanların Rablerini bilmeleri ve O’nun hâkimiyetini kabul edebilecek tabiatta yaratılmış olmaları kastedilmektedir. Yani adâletin başı tevhîddir.[33]

  1. ‘Kur’an’da  Adaletin Zıt Anlamlıları

              5.1 : Küfr (كفر)

Küfr,  (كفر) 1Bâb fiil kökünden mastar olup, luğatta; birşeyi örtmek demektir. Bu sebeple tohumu yere gizlediği için çiftçiye ‘kâfir’ dendiği gibi[34], kişileri gizlediği için geceye ‘kâfir’, meyve tomurcuğuna ‘kâfûr’[35] kılıcı örttüğü için kınına ‘kâfir’, kalça etine ‘kâfire’, bazı ibâdetler ve tevbeye de bir takım günahları örttüğünden ‘keffâret’ denilmiştir.

Küfr, Allah’ı hakkıyla tanımamak, O’nun verdiği nimetlerin O’ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek, gizlemektir.[36] Yani nimetin inkârı için kullanılan küfr tabiri, şükrünü edâ etmeyerek gizlemektir.[37]

              5.2 Şirk (شرك)

Şirk ‘ortak olmak’ demektir. Istılahta ise Allah’a ortak koşmak, O’na başkasını denk tutmak, Allah’tan başkasına kulluk etmektir. Şirk, küfre yakın bir mefhûmdur. Fakat küfür, şirkten daha umûmî olup, şirki de kapsamına almaktadır. Bu mânâda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir. Çünkü şirk, sadece Allah’a ortak koşma neticesinde meydana gelir. Küfür ise, küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü, fiillerin işlenmesi, sözlerin de söylenmesi neticesinde meydana gelir. Allah’a şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Şirk ile küfrün Allah tarafından bağışlanmayacağı, bunun dışında kalan günahlardan dilediğini Allah’ın bağışlayacağı, Allah’a ortak tanımanın en büyük zulüm ve adâletsizlik olduğu  Kur’ân’da belirtilmiştir.

                5.3 Zulm

Zulm’ün asıl anlamı, birşeyi kendine mahsus olan yerinden başka bir yere koymaktır.[38] Şerîatta ise zulm; Hakk’tan bâtıla gitmekten ibârettir. Haddi aşmak, başkasının mülkünde tasarruf etmektir.[39]

‘Küfür, mevlânın nimetlerini inkâr ve o nimetlerin O’ndan olduğunu kabul etmemek olması açısından, küfürdür. Ama nefsin, devamlı ve şiddetli bir azâbda bırakılmasını gerektirmesi bakımından da, nefse karşı işlenmiş bir zulümdür.

Kur’an’da  adalet (عدالة) kavramının etimolojik anlamı, Kur’an’da eş anlam ve zıt anlamları üzerinde duruldu. Bundan sonra ise günümüz adalet kavramının, Kur’an’daki adalet kavramıyla ne kadar bağdaştığı üzerinde duracağim.

  1. SONUÇ

Günümüze kadar gelen bütün dinlerin, beşeri kültür ve hukuk sistemlerinin hedefleri arasında yer alan adalet (عدالة), İslam medeniyetinin temelini oluşturur. İslâm adâletinin kaynağı, insanlığa tebliğ edilen ve bütün câhiliyye toplumlarını ışığa, kurtuluşa, şahsiyet ve medeniyete kavuşturan Kur’ân, müslümanların en büyük kitabıdır. Adalet kavramı da  adaletle hükmedilmesi pek çok Kur’an ayetinde açıklanmış tavsiye ve emredilmiştir. Kur’an ayetlerine göre samimi olarak iman etmiş bir kul, hakkı ve hukuku gözeterek herhangi bir konuda hüküm vereceği zaman adil ve tarafsız olur. Müslümanlar Kur’an-ı Kerîm ile hüküm verir ve  Kur’an ölçüsü dahilinde değerlendirirler. İslam adaleti  Kur’ân gerçeğinden almıştır. Allah Kur’an defalarca adaletten bahsetmiş, adaleti emretmiştir. İslam adaleti, sadece müslümanlar arasında geçerli bir hüküm değildir. Bütün insanlar için yürürlülükte olan genel bir kanundur. Dolayısıyla Kur’ân ahkâmı ne kadar uygulanmaya çalışılırsa o derece âdil, ne kadar da Kur’ân ve hükümlerinden uzaklaşılırsa o derece zâlim olunur, dünya ve âhiret mutluluğu hebâ edilmiş olur. Dünyada huzur, barış ve mutluluğun sağlanabilmesi için Kur’ân’ın anlaşılmasına ve özellikle adâletin bilinip gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır.

Allah insanlar için dünya ve âhiret saadetine nâil olabilmesi için birtakım kanunlar ve kurallar koymuştur. Bu kanun ve kurallar Kur’an’ı Kerim’de  adâletli olmalarını, zulme sapmamalarını emretmiştir. Adalet de dünya ve ahiretin temel kaidesi olduğu için çok geniş anlam alanına sahiptir. Adâlet, tüm insanları ilgilendiren kapsamlı bir kavramdır. Bugün dünyamızda adâletten bahsetmeyen bir toplum düşünmek imkânsızken herkes kendi adaletini oluşturmuş ve onu uygulamaya çalışmaktadır. Buda dünyamızda varolan zulüm, adaletsizlik ve haksızlığın bu kadar çok olması gerçek adaletin yani Kur’an da Allah’ın emrettiği adaletin var olmamasından  kaynaklanmaktadır.

Adalet; dini, siyasi, hukuki, sosyal ve iktisadi  adalet olarak çeşitlere ayrılmaktadır. Buda adaletin tek bir alanda değil hayatımızın her alanında karşımıza çıkan temel bir ilkedir. Eğer bu alanlardan sadece birinde bile adalet eksik olmuş olsa domino taşlari gibi birinin yıkılmasıyla gerçekleşen yıkım bütün alanlarda yıkıma adaletsizliğin baş göstermesine sebep olacaktır. Her şeyi bir nizam ve ölçü dahilinde yaratan  Allah kullarından da bu ölçü ve nizamın bozulmamasını ve yaratılış gayelerine uygun olarak hak ve hukuku gözetmelerini istemektedir.

Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı), yakın akrabalara yardım etmeyi; fahşa’dan (aşırılıktan), münker’den (kötü işlerden) ve bağy’den (azıp-haddi aşmaktan) uzak durmanızı emreder.’[40]

Dünyada yaşanan ve hala da yaşanmakta olan zulm, haksızlık ve adaletsizlikler kişisel çıkar ve menfaatden dolayı kaynaklanmaktadır. Günümüz toplumunda toplumsal menfaatler değil aranmamaktadır. Herkes için önemli olan kendi refah düzeyi ve rahatlığı olmuştur. Buda toplumsal birlik ve beraberliğin önündeki en büyük engeldir.

Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku) larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda deliller getirerek tartışma ya (huccete gerek) yoktur. Allah bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır. [41]

Kur’an’a dayanan adalet, kişilere göre değişmeyen, objektif ve evrenseldir. Beşerî zaaflardan uzaktır. Allah Teala mutlak olarak adildir. Buna rağmen kullarından yapabilecekleri kadar adalet istemektedir. Dolayısıyla adalet fert bazında bir ideal iken, toplum bazında bir sorumluluktur. Adalet ve huzurun  öncelikle ailede başlayıp, sonra toplumda, sonrasında da dünya üzerinde süregelen bir akım olarak devam edecektir. Allah kullarının kesinlikle zulüm yapmamalarını istemiştir.

Allah adaletle hükmeder[42] ve Allah adil olanları sever.[43] Allah’ın sevilen adil kullarından olmak dileğiyle.

 

KAYNAKÇA

Abdurrahman, H. B. (1988). Kitabu’l Ayn, Müessenetü’l Alem’i. Beyrut.

BUHARİî, E. (1992).  elCâmi‘u’sSahîh,. İstanbul: Çağrı Yay.

BULADI, K. (1971). KUR’ AN VE ADALET (TOPLUMDA BARIŞ, GÜVEN VE HUZURU SAGLAYAN . ” ILKE: ADALET) . Diyanet .

CÜRCANİî, A.‐Ş. (1983). Kitâbü’tTa‘rîfât. Beyrut.

ÇAĞRICIı, M. (1988).  ‘Adâlet’. İstanbul:  Türkiye Diyanet Vakfı Yay.

DAMAĞANİî, H. (1983).  Kâmûsu’lKur’ân: Islâhu’lVucûh ve’nNezâir fi’lKur’âni’lKerîm,. Beyrut.

el- İSFEHANİi, E. K. (1997). el-Müfredat fi Ğaribu’l Kur’an. Beyrut: ed-Daru’ş Şamiyye.

ELMALILI, M. (1997). Kur’an’ı Kerim’de Adalet Kavramı. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 283.

EZHERİî, E. (tarih yok). Mu‘cemu  Tehzîbü’lLüğa,  Dâru’lMa‘rife, Beyrut ts.  .

HALİL B. AHMED, E. (1988).  Kitâbü’l‘Ayn, Müessesetü’lA‘lem. Beyrut.

İBNÜ’L CEVZİ, E. F. (1984). Nüzhetü’lA‘yuni’nNevâzır  fî  ‘İlmi’lVucûh ve’nNezâir. Beyrut.

KARA, M. (2013). Kur’an’da Adalet Kavramı Ve Güncel Değeri. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Dergisi.

KURTUBİî, E. (1988).  elCâmî‘ li Ahkâmi’lKur’ân, Dâru’lKütübi’l‘Ilmiyye,. Beyrut.

KURTUBİî, E. (1988). , elCâmî‘ li Ahkâmi’lKur’ân, Dâru’lKütübi’l‘Ilmiyye. Beyrut.

SEMARKANDİî, N. (1996). Tefsîru Ebi’lLeys: Bahru’l‘Ulûm, Dâru’lFikr. Beyrut.

SEMERKANDİî, N. (1996).  Tefsîru Ebi’lLeys: Bahru’l‘Ulûm, Dâru’lFikr,  . Beyrut.

TABERİî, E. (1988).  Câmi‘u’lBeyân ‘an Te’vîli Âyi’lKur’ân,  Dâru’lFikr. Beyrut.

TİRMİZİi, E. (1992).  esSünen. İstanbul:  Çağrı Yay.

VAHİDİî, E.‐H. (1995).  elVecîz fî Tefsîri’lKitâbi’l‘Azîz. Beyrut.

YAZIR, E. (1936). Hak  Dini  Kur’ân  Dili. İstanbul: Matbaa‐i  Ebuzziya.

ZEMAHŞERİ, E.‐K. (1995).  elKeşşâf ‘an Hakâıkı  Ğavâmidı’tTenzîl  ve  ‘Uyûni’lEkâvîl  fî  Vucûhi’tTe’vîl. Beyrut: Dâru’l‐Kütübi’l‘Ilmiyye.

 

 

 

[1] Nasr Hamid Ebu Zeyd, Kültürlerarası Felsefe Forumu 3(2001).

[2] Abdurrahman Elmalılı, Kur’an-ı Kerim’de Adalet Kavramı,  Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:4, s.283.

[3]  Ebû ‘Abdirrahmân Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l Ayn, Müessesetü’l Alemî, Beyrut 1988, c.  II, ss. 38-40; Ebu’lFadl Cemalüddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l‘Arab, Dar Sâder, Beyrut 2003, c. X, ss. 61-65; Ebu’l-Kâsım Huseyn b. Muhammed Râğıb  el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, El Dâru’şŞâmiyye, Beyrut 1997, ss. 551-553;  İsmâîl b. Hammâd el Cevherî, es Sıhâh fi’l Lüğave’l ‘Ulûm, Dâru’l Hadârati’l ‘Arabiyye,  Beyrut 1974, c. II, ss. 87-89; Ebu’l Huseyn Ahmed b. Fâris, Mu‘cemü Mekâyîsi’l Lüğa,  Dâru İhyâi’tTürâsi’l. ‘Arabiyye, Beyrut 2001, s. 718; Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed  elEzherî, Mu‘cemu Tehzîbi’l Lüğa, Dâru’l Ma‘rife, Beyrut ts., c. III, ss. 2358-2362.

[4] İsfehânî, el Müfredât, ss. 551-552.

[5]Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ etTirmizî, esSünen, “Kitâbu’lDe‘avât”, Çağrı Yay., İstanbul  1992, c. V, s. 456 (bab. 45, hadis no.1).

[6]  Tîn 95/8.

[7] İsfehânî, el-Müfredât, ss. 319-320.

[8]  Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l Ayn, c. VI, s. 176; İbn Manzûr, Lisânü’l Arab, c. III, ss. 236 -238;  İsfehânî, el Müfredât, s. 211; Cevherî, es-Sıhâh, c. I, s. 221.

[9] Nahl 16/90.

[10] En’am 6/1.

[11]  Çağrıcı, “Adâlet”, s. 341.

[12]Vucûh: Kur’ân terminolojisi içerisinde bir kavramın, birden fazla anlamda kullanılması,  yani çokanlamlı olmasıdır.

[13] İnfitar 6/8.

[14]Ebu’l‐Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez‐Zemahşerî, el‐Keşşâf ‘an Hakâıkı Ğavâmidı’t‐Tenzîl ve ‘Uyûni’l‐Ekâvîl fî Vucûhi’t‐Te’vîl, Dâru’l‐Kütübi’lIlmiyye, Beyrut 1995,  c. IV, s. 702;

Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmî‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân,  Dâru’l‐Kütübi’l‐‘Ilmiyye, Beyrut 1988, c. XIX, ss. 161‐162.

[15] Nasr b. Muhammed es-Semerkandî, Tefsîru Ebi’l-Leys: Bahru’l-Ulûm, Dâru’l-Fikr, Beyrut  1996, c. III, s. 555.

[16] En’am 6/1.

[17] Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et‐Taberî, Câmi‘u’l‐Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l‐Kur’ân, Dâru’lFikr, Beyrut 1988, c. V, ss. 144‐145.

[18] Kurtubî, el-Câmî‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. VI, s. 249.

[19] Nahl 16/90.

[20] Huseyn  b.  Muhammed  Dâmeğânî,  Kâmûsu’l-Kur’ân:  Islâhu’l-Vucûh  ve’n-Nezâir  fi’l Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut 1983, s. 318; İbnu’l-Cevzî, Nüzhetü’l-A‘yun, s. 441.

[21] Semerkandî, Bahru’l‐‘Ulûm, c. II, s. 302.

[22] Ebu’l-Hasan ‘Ali b. Ahmed el-Vâhidî, el-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Beyrut 1995, c. I, s.  617.

[23] Kurtubî, el-Câmî‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. X, s. 109.

[24] Bakara 2/48.

[25]  Elmalılı, a.g.e., II, 263.

[26] et-Taberî, a.g.e., III, 211; el-Beydâvî, a.g.e., VI, 278.

[27] en-Nesefî, a.g.e., IV, 249-441.

[28] Elmalılı, a.g.e., VII, 366-367.

[29] Abdulbaii, a.g.e., s. 892-894, 902, 953.

[30]  İbn Atıyye, a.g.e., V, 31;Hayrettin  Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, a.g.e., IV, 639.

[31] er-Rahmân 55/7.

[32] ed-Dameğani, a.g.e., I, 284.

[33]  el-Buhârî, el-Hudûd.

[34]   el-Hadîd 57/20.

[35]   er-Râğıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 714.

[36]   Ünal, a.g.e., s. 329- 331.

[37]  er-Râğıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 714 .

[38] el-Ezherî, a.g.e., XIV, 383; İbn Fâris, Ebû’l-Hüseyn Ahmed b. Zekeriyyâ b. Muhammed er-Râzî elKazvînî el-Hemedânî, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, I-XV, (Thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn), Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1392/1972, III, 468; el-Cevherî, a.g.e., V, 1977; er-Râğıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 537; el-Cürcânî, a.g.e., s. 186; el-Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 1464.

[39]  el-Cürcânî, a.g.e., s. 186.

[40] Nahl 90.

[41] Şura 15.

[42] Mü’min 20

[43] Maide 42

 

 

 

 

 

 

  • PAYLAŞ