prof-dr-adem-apak-yazıları

Prof. Dr. Adem APAK

Hz. Peygamber’in (sav) Eşi

Asıl adı Remle olup, ilk çocuğunun adı sebebiyle Ümmü Habîbe ismiyle tanınmıştır. Mekke’nin en önemli kabilelerinden olan Benî Ümmeyye reislerinden Ebû Süfyân’ın kızıdır. Annesi de aynı soydan gelen Ebu’l-Âs’ın kızı Safiyye’dir. Bu hanım aynı zamanda Hz. Osman’ın (ra) da halasıdır.[1]

Remle bint. Ebû Süfyân ilk evliliğini Hz. Peygamber’in (sav) halası Ümeyme bint. Abdülmuttalib’in oğlu olan Ubeydullah b. Cahş ile gerçekleştirdi. İslâmî tebliğinin başlangıcı aşamasında kocası Ubeydullah ile birlikte ilk Müslümanlar arasına dâhil oldu.[2]  Aynı dönemde Mekke müşrikleri, gerek Hz. Peygamber’e (sav), gerekse onun davetine cevap veren Müslümanlara karşı alay ve hakaretten başlayıp öldürmeye varan kadar her türlü psikolojik, ekonomik ve fizikî baskı ve işkence tatbik etmeye başlamışlardı. Bu faaliyetleri gerçekleştiren Kureyş kabileleri arasında geçmişten beri Hz. Peygamberin (sav) soyu Hâşimoğulları’na düşmanlık besleyen Ümmü Habîbe’nin (rah) soyu Ümeyyeoğulları da bulunuyordu. Başta Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa ve Ebû Süfyân olmak üzere bu kabilenin önderleri Müslümanlara karşı her türlü faaliyetin içinde yer almışlardı. Ümeyyelilerin muhalefet tavrı, Hz. Peygamber’i (sav) davasından vazgeçirmek hususunda iknaya çalışmaktan başlayıp, onunla bizzat savaşmaya varıncaya kadar derece derece şiddetlenmişti. Onlar, Mekke döneminde özellikle siyasî baskıyı ön plâna çıkarmışlar, Hicret sonrasında ise Medine üzerine gerçekleşen bütün saldırıları bizzat organize etmişlerdir.[3]

Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber’e (sav) olduğu gibi onun çağrısına cevap veren müminlere karşı da her türlü psikolojik, ekonomik ve fizikî baskı ve işkence tatbik ettiler. Bu muamelelerden öncelikli olarak müşriklerin kendi kabilelerinden Müslüman olanlar nasibini aldı. Ümmü Habîbe (rah) ile eşi Ubeydullah b. Cahş da, diğer Müslüman kardeşleri gibi bizzat ailelerinin sistematik baskılarına maruz kaldılar. Ashâbına uygulanan ve işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen, üstelik onların ölüm korkusu sebebiyle dinlerini terk etmelerinden endişelenen Allah Rasûlü (sav), özellikle kendi ailelerinin şiddetli baskısına uğrayan ve kabile himayesinden mahrum bırakılan Müslümanlara geçici bir sığınma yeri olarak Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulundu. Bunun üzerine Mîlâdî 615 yılında on bir erkek ve dört kadından oluşan ilk kafile Habeşistan’a gitti. İlk hicretten yaklaşık bir yıl sonra Ca‘fer b. Ebû Tâlib (ra) başkanlığında 82 erkek ve 18 kadından müteşekkil yeni bir Müslüman topluluk ikinci Habeşistan hicretini gerçekleştirdiler. Ailesinin yoğun baskısına tahammül edemeyen Ümmü Habîbe (rah), eşi Ubeydullah b. Cahş ile birlikte kızları Habîbe’yi de yanlarına alarak bu kafile içinde Habeşistan’a hicret etti.[4]

Habeşistan’da Muhâcir Müslümanlar huzur içinde yaşarken, Ümmü Habîbe’nin (rah) hayatını olumsuz etkileyen beklenmedik bir hadise gerçekleşti. Dini uğruna her türlü sıkıntıya katlanan, nihayet bu amaçla yurdunu terk etme fedakârlığı gösteren eşi Ubeydullah b. Cahş, Müslümanlığı seçmeden önce benimsemiş olduğu Hıristiyanlık dinine yeniden dönmek istediğini açıkladı. Bu gelişme karşısında son derece üzülen Ümmü Habîbe (rah), bütün uğraşlarına rağmen eşini kararından vazgeçiremedi. Üstelik kocasından kendisinin de Hıristiyanlık dinini benimsemesi konusunda baskı gördü. Karşılıklı anlaşmazlık, ailenin parçalanmasını sonucunu getirince Ümmü Habîbe (rah) eşinden ayrıldı.Ubeydullah ise dinini terk edip Hıristiyan olduktan sonra çok içki içmesinden dolayı alkolik bir kişi haline geldi, kısa süre sonra da öldü.[5]

Yurdunda uzakta yaşamak zorunda kalan Ümmü Habîbe (rah), hayat arkadaşının kendisini terk etmiş olmasından dolayı son derece mahzun oldu. Üstelik yabancı bir ülkede yaşadığı için, korunmaya muhtaç duruma da düşmüştü. Mekke’nin en soylu ve zengin ailelerinden birine mensup olması sebebiyle Habeşistan’a göç eden, ancak kısa süre sonra çeşitli sebeplerle geri dönen Müslümanlarla Mekke’ye ulaşması mümkündü; ancak orada da sığınabileceği bir kapı bulamayacaktı. Zira Mekke reislerinden olan babası Ebû Süfyân, Müslümanlara dinlerinden dönmeleri hususunda en fazla baskı yapanların başında yer alıyordu. Ya gurbet yurdunda tek başına sıkıntılı bir hayat sürecek, ya da Mekke’ye dönüp babasının dinini terk etmesi için yapacağı baskılarla baş etmeye çalışacaktı. Bu çaresizlik ortamında çile doldururken onun gönlünü ferahlatacak bir haber geldi: Hz. Peygamber (sav) Habeşistan Muhâcirleri arasında himayesiz bir şekilde kalmış bulunan Ümmü Habîbe (rah) ile evlenme kararı vermişti. Nitekim onun emriyle Medine’den gelen elçisi Amr b. Ümeyye (ra), Necâşî’den Ümmü Habîbe’nin (rah) Hz. Peygamber’le (sav) nikâhlanmasını talep etti. Habeş Muhâcirlerinden olan aynı zamanda kendisi gibi Ümeyyeoğulları’na mensup bulunan Hâlid b. Sa‘îd’in (ra) kıydığı nikâh ve Necâşî’nin şahsî hesabından ödediği dört yüz dinar mehir ile gıyabî evlilik akdi gerçekleştirildi. Bu şekilde Hz. Peygamber (sav), bu girişimi ile İslâm adına birçok fedakârlıkta bulunan bu Muhâcire hanımı taltif etmiş, onu müminlerin annesi olma payesiyle şereflendirmiş oldu.[6]

Hz. Peygamber (sav) ile Ümmü Habîbe’nin (rah) nikâhlanmasından kısa bir süre sonra Habeşistan’da kalan Muhâcirlerin Medine’ye getirilmeleri kararı alındı. Bu amaçla Hicretin 7. yılında (M628) yılında Habeş kralının yardımı ile Müslümanlar Hayber Fethi’nin gerçekleştiği esnada Arap Yarımadası’na geri döndüler. Ümmü Habîbe (rah) de kızı Habîbe ile birlikte Medine’ye geldi.[7]

Hz. Peygamber’in (sav) bu evliliğinin Ümmü Habîbe’nin (rah) onurlandırılması kadar, Müslümanlığın yayılması ve Mekke-Medine birliğinin sağlanması noktasında da önemli bir rol îfâ ettiği unutulmamalıdır. Her şeyden önce bu izdivaç sebebiyle Hz. Peygamber (sav), en büyük muhalifi durumunda olan Ebû Süfyân’a damat olmak suretiyle onunla akrabalık kurmuştur. Esasında Arap örf ve adetlerine göre kendisiyle evlen­mek istenen kadın için önce babasına, o yoksa amcasına veya amcasının oğullarına müracaat edilmesi gerekirdi. Ancak, Hz. Peygam­ber’in (sav), Ümmü Habîbe (rah) ile evlendiği dönemde Ebû Süfyân henüz İslâm’a girmediği için bu evlilikten haberi bile olmamıştı. Kızının kendisine danışılmadan en büyük düşmanıyla evlenmesinin Ebû Süfyân’ın rahatsızlığına sebep olacağı beklenirken, ak­sine onun bu gelişmeden dolayı memnun olduğu görülür. Zira, kızının evliliği haberini alınca Hz. Muhammed (sav) için “O, reddedilmeyecek bir erkektir” di­yerek gerçekleşen izdivacı tasvip etmiş, hatta gıyaben onaylamıştır.[8] Mümtehine Sûresi’nde geçen, “Umulur ki, Allah aranızda düşmanlık bulunan kimselerle sizin aranızda bir dostluk tesis eder” âyetinin[9] bu gelişmeyle ilgili olduğu rivayet edilir. Geçekten de kızı Ümmü Habîbe’nin (rah) evliliğinden sonra Ebû Süfyân’ın gerek Hz. Peygamber (sav), gerekse diğer Müslümanlara karşı tavır ve davranışlarından belirgin bir yumuşamanın olduğu bilinmektedir.

Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında imzalanan Hudeybiye Barış Antlaşması’nın hükümlerine göre Kureyş kabilesinin dışında kalan diğer kabileler, ya Hz. Muhammed’in (sav) veya Kureyş kabile­sinin emniyet ve garantisini kabul etmede serbest bırakılmışlardı. Buna göre Huzâa kabilesi Müslümanları, Benî Bekr ise Mekke Müşriklerini tercih etti. Halbuki bu iki kabile arasında eskiden beri düşmanlık vardı. Benî Bekr kabilesi, intikam almak niyetiyle Kureyş’in de desteğiyle hicretin sekizinci senesi Şaban ayında bir gece vakti Benî Huzâa’ya hücum etti. Baskın esnasında Kureyş’in ileri ge­len reisleri Safvân b. Ümeyye, İkrime b. Ebû Cehil, Süheyl b. Amr, Huveytib b. Abdi’l-Uzza gibi kimseler de onlara yardım etmişlerdi. Saldırı sonucunda Huzâa kabilesinden 23 kişi öldürüldü. Geri kalanları ise Harem’e sı­ğınmak suretiyle canlarını kurtarabildiler. Gelişmenin Hz. Peygam­ber’e (sav) haber verilmesinden sonra, sözlerini tutmadıkları ve antlaşmayı bozdukları, bu yüzden de Müslümanların hücumuna uğrayacaklarından endişe duyan Kureyşliler, özür dilemek ve antlaşmayı yenilemek için Ümmü Habîbe’nin (rah) babası Ebû Süfyân’dan Hz. Peygamber’e (sav) gitme­si ricasında bulundular. Ebû Süfyân, pek istekli ve sonucundan ümitli olmamakla birlikte Mekkelilerin aşırı ısrarı sebebiyle Medine’ye geldi. Ancak Allah Rasûlü (sav) kendisiyle hiç ilgilenmedi. Başta Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) olmak üzere Ashâb ileri gelenlerinden de yüz bulamadı. Bunun üzerine ricacı olması için kızı ve Hz. Peygam­ber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe’nin (rah) yanına gitmeye karar verdi. İçeri girdiğinde odadaki yatağa oturmak istedi. Ancak kızı süratle yatağı altından çekerek kaldırdı. Her haliyle oturmaya hazırlanmış olan Ebû Süfyân düş­mekten zor kurtuldu. Bunun üzerine “Kızım, yatağı mı benden esirgedin, yoksa beni mi yataktan?” diye sitem edince, Ümmü Habîbe’den (rah) şu cevabı aldı: “O, Allah Rasûlü’nün yatağıdır. Sen ise bir müşriksin”. Bunun üzerine Ebû Süfyân “Kızım, benden sonra sana hiçte iyi olmayan haller olmuş, sana şer bulaşmış” diyerek evi terk etti.[10]

Hudeybiye Barış Antlaşması’nın geçersiz kalmasına sebep olan saldırı hadisesi kısa süre sonra gerçekleştirilecek Mekke fethi için hukukî gerekçe teşkil etmiştir. Nitekim kısa süre sonra da Mekke Müslümanlar tarafından fethedildi. Fetihten hemen önce Rasûlüllah (sav) “Ebû Süfyân’ın evine giren emniyettedir. Kâbe’ye sığınan emniyettedir. Kendi evinden çıkmayan güvendedir” ilânı ile Ebû Süfyân’ın gönlü alınmış, onun önce Müslüman olması, ardından da hemşehrilerini Müslümanlara karşı direnmeme konusunda ikna etmesiyle Mekke’nin zaptı en az insan kaybıyla tamamlanabilmiştir.[11]

Hz. Peygamber’le (sav) dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe (rah), onun vefatından sonra otuz yıl daha ömür sürdü. Bu dönemde gerçekleşen siyasî hadiselerden ve fitne ortamından uzak kalmaya çalıştı. Halîfe Hz. Osman’ın (ra) evini muhasara altına alan asilerin kuşatmanın on sekizinci günü onun yiyecek ve suyunu kesmeleri üzerine, erzak yüklü bir katırı halîfenin evine götürmeye teşebbüs etmiş, ancak asiler saygısız bir şekilde ona engel olmuşlardır.[12]

Ümmü Habîbe (rah) daha sonraki hayatını Medine’de tamamlamıştır. Bununla birlikte kardeşinin halîfeliği esnasında Emevîlerin başkenti olan Dimaşk’ı ziyaret ettiği de kaydedilmektedir. Hatta bu sebeple onun Şam’da vefat ettiği iddia de edilmiştir. Nitekim Dimaşk’ın Bâbu’s-Sağîr kabristanında pek çok sahâbe mezarının yanında Ümmü Habîbe’nin (rah) bir türbesi bulunmaktadır. Ancak tarihçiler onun Medine’de vefat ettiği hususunda hemfikirdirlerler.[13]

Ezvâc-ı Tahirât’ın Hz. Peygamber’in (sav) örnek aile hayatını Müslümanlara öğretmeleri bakımından rivayet ettikleri hadisler büyük önem taşımaktadır. Bir eş, aynı zamanda da hadis râvîsi olarak Ümmü Habîbe’nin (rah) Allah Rasûlü’nden (sav) 65 hadis rivayet ettiği bilinmektedir. Buhârî ve Müslim’de ortak olarak ondan rivayet edilen iki hadis bulunmaktadır. Ayrıca sadece Müslim’in aldığı iki hadisi vardır. Aşağıdaki hadisler onun tarafından rivayet edilmiştir:

“Kim ki öğle namazından önce ve sonra dörder rekât namaz kılarsa, Allah onun bedenini Cehennem’e haram kılar. Bunları işittiğim günden beri onları terk etme­dim”.[14]

“Kim ki bir günde (gece ve gündüz) farz namazlardan başka on iki rekat namaz kılarsa
Allah ona Cennette bir ev verir”
.[15]

“Eğer ümme­time zor olmasaydı her namaz vaktinde, abdest gibi onlara misvakı emrederdim” buyurdu”.[16]

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kadın, herhangi bir cenaze için üç günden fazla yas tutmasın. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutabilir”.[17]

“Rasûlüllah (sas) uykudan uyandı ve “Lailahe illallah” dedi. Sonra da vukuu yaklaşan bir şerden ve büyük bir fit­neden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cûc ve Me’cûc seddinde şunun gibi bir delik açıldı”. Kendisine “İçimizde bu kadar salih kimseler varken helâk olur muyuz” dediğimizde Hz. Peygamber (sav): “Evet, pislik (fısk, fücur, zulüm, zina ve günah) çoğaldığı zaman (helâk olursunuz) buyurdu”.[18]

 

 

 

[1]     İbn Sa’d, VIII, 96.

[2]     İbn Abdilberr, IV, 297.

[3]     Bu konuda bk. Apak, Adem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, s. 27-37.

[4]     İbn Hişâm, I, 342, 346.

[5]     İbn İshâk, s. 319; İbn Abdilberr, IV, 1929.

[6]     İbn Hişâm, I, 238, 277, IV, 6, 10.

[7]     İbn Sa’d, I, 208, VIII, 96-97.

[8]     İbn Sa’d, VIII, 99; İbn Abdilberr, IV, 1845.

[9]     Mümtehine, 60/7.

[10]    Vâkıdî, Meğâzî, II, 785, 788, 792-795; İbn Hişâm, IV, 38-39.

[11]    Vâkıdî, Meğâzî, II, 825-826.

[12]    Belâzürî, Ensâb, V, 68; Taberî, IV, 386.

[13]    İbn Sa’d, VIII, 100; İbn Abdilberr, IV, 1929.

[14]    Nesaî, Kıyâmu’l-Leyl, 67.

[15]    Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 15.

[16]    Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 325.

[17]    Buhârî, Talâk, 46-50.

[18]    Buhârî, Fiten, 4; Müslim, Kader, 7. Bk. Ayrıca bk. Ayşe Abdurrahman, Terâcimü Seyyidâti Beyti’n-Nübüvve, s. 383-385; Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, s. 304-322.

 

  • PAYLAŞ