Prof. Dr.Yunus Vehbi YAVUZ
Kanaatimizce takva ferdi, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın temelidir. Bütün başarıların temelinde takva unsuru yatar. Takvasız kalkınma, refah, mutluluk ve bereket düşünülemez. Ancak, bizim kast ettiğimiz takva bugüne kadar yaygın olan takvadan farklı bir anlam taşımaktadır. Yakın tarihimize ve günümüze yansıyan takva, görebildiğimiz kadarıyla geleneksel takva anlayışıdır. Bu anlayışın en açık özelliği şahsi ve şekilci oluşu, özden uzak, kabuğa ve makyaja sıkıştırılışıdır. Bu takva anlayışında şahsilik ve ferdilik esastır. Örneğin ferdi ibadet, ferdi zikir, belli bir kıyafet, belli bir şekil ve belli bir renk bu tür takva anlayışının temelidir. Buna erişebilmek bir tür icazete bağlıdır, belli anlayışların tekelindedir. Örneğin; nafile namaz kılmak, nafile oruç tutmak, zikir ve tespihte bulunmak, saç sakal bırakmak ya da kesmek icazete bağlıdır. İzin verildiği nispette ibadet ve zikir yapılır, belli insanların tavsiyesine göre hayır yapılır. Bizim kast ettiğimiz takva bu tür tekelleşmiş anlayış altında yürütülen takva değildir. Bizim kast ettiğimiz takva Kuran’da Allah’ın icazetine bağlı, onun tekelinde olan takvadır.
Kuran’daki takva, ferdi değil, sosyaldir, şekilci değil gerçekçidir, dar değil geniş çerçevelidir. Kuran’daki takva hayatın içinde kendini gösterir, söz ve davranışla sergilenir, güzel işlerle belirlenir. Kuran’daki takvanın gerçeğine ulaşabilmek için, önce onun sözlüklerde ve Kur’an âyetlerinde geçen anlamlarını incelememiz gerekiyor.
Sözlükte; takva, koruma altına almak, muhafaza etmek, örtmek anlamlarını ifade eder. Kuran’da yaygın olan kullanılışı ile ittika kökünden geldiği zaman; bir şeyden sakınmak, korkmak, uzaklaşmak manasındadır. Takva ise; Allah korkusu, Allah’a itaat yolunda amel yapmak, Allah’ın bağışlamasına sebep olan işler yapmak, yine sakınmak, Allah’ın azabından sakınmak anlamlarını ifade eder.
Yakın tarihten günümüze takvaya yüklenen anlam; bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla şekilciliğe ve ferdiliğe yöneliktir. Şöyle ki ; toplumumuzda ve İslam toplumlarında takva sahibi insan, denilince, bundan belli bir kıyafete bürünen, şahsi ibadetlerini artıları ile yapan; gece kalkıp teheccüd namazını kılan, belli sayıda zikirde bulunan ve tespih çeken, nafile namazlara devam eden, nafile oruç tutan, erkek ise sarıklı cübbeli, şalvarlı, kadın ise çarşaflı, yahut tepeden tırnağa tesettürlü bir Müslüman akla gelir. Tabii bunlara ilaveten Allah’ın haram kıldığı işlerden sakınmayı da kayd etmeliyiz. Bu sebeple biz takvanın biri geleneksel diğeri gerçek iki anlamına da değinerek konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
Geleneksel takvada ferdiyetçilik ve şekilcilik hakimdir. Oysa Kuran takva konusunda şekilciliği şu âyet ile reddediyor:
“Ey Ademin oğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve ziynet olarak kuş tüyü indirdik. Takva giysisi ise daha hayırlıdır.”
Bu âyette insanı ne giysilerin ne de süslerin Allah’a yaklaştıramayacağı ifade buyurulmakta ve esas giyilecek giysinin takva elbisesi olduğu açıkça vurgulanmaktadır. Bunun anlamı şudur. Allah sizin giysilerinize bakarak takva sahibi olduğunuza hükm etmiyor, belki gerçekten takva elbisesini giymenin şart olduğuna dikkati çekiyor. Bu takvanın gerçeğinin ne olduğu aşağıda, âyetlere dayalı olarak incelenmiş bulunmaktadır.
Takva kavramı bütün türevleri ile birlikte Kuran’da 258 yerde geçmektedir.
Kuran’da takvanın hangi anlamlarda kullanıldığını, âyetlerden örnekler vermek suretiyle aşağıda göstermek istiyoruz:
Burada fücur takvanın zıddı olarak gösterilmiştir. Takva Allah’a itaat, fücur ise bunun zıddı olup isyan etmek demektir. Yani, insan hem Allah’a itaat etmek suretiyle ona yaklaşma, hem de ona isyan etmek suretiyle uzaklaşma kabiliyetinde yaratılmıştır, yahut bu iki şey yaratılışının mayasına üflenmiştir.
Takvanın ne olduğunu anlayabilmek için Kuran’a dönmek zorundayız. Çünkü Kur’an, her konuda olduğu gibi, bu konuda da bizi aydınlatıyor, şeksiz şüphesiz bilgi veriyor. Kuran’ın değişik âyetleri takvayı bize tam olarak tanıtıyor. İlgili âyetleri aşağıda sırasıyla kayd ederek onu tanımaya çalışacağız:
“ Kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva sahibi olduğunu ancak Allah bilir.“
Bu âyet insanların kendi kendilerine takva süsü vermemelerini, takvanın gerçeğini ancak Allah’ın bildiğini hatırlatarak gelenekteki takva anlayışını reddediyor.
“Sana hilallerin durumu hakkında bilgi sorarlar. De ki; o insanlar için ve hac ibadeti için vakit ölçüsüdür. Evlere üst çatıdan girmeniz birr değildir. Fakat birr takva sahibi olan kimsenin yaptıklarıdır. Evlere kapılarından girin ve Allah’tan sakının ki, kurtulasınız.”
Bu âyetin iniş sebebi şöyle açıklanıyor: Cahiliye geleneğinde insanlar hac yapıp geri döndükleri zaman, artık evlerine bir daha kapıdan girmezlerdi. Çünkü hac yahut ömre için niyetlendikleri zaman, kendileri ile gök kubbe arasına herhangi bir perdenin girmemesini dini bir vecibe olarak iltizam ederlerdi. Hac veya umreye niyetlendikten sonra onlardan biri evinden çıktıktan sonra herhangi bir ihtiyaç için geri dönünce, gökyüzü ile kendisi arasına evin tavanı gireceği için, kapıdan içeri girmez, evin duvarına tırmanır, sonra buradan odasına iner, ihtiyacı ne ise onun kendisine verilmesini isterdi. Bu davranışı onlar hac ibadeti cümlesinden ve takvadan sayıyorlardı. Ancak, kendilerini Ahmesi olarak niteleyen Mekkeliler bundan muaftı. “
Yukarıdaki âyette Ulu Allah takvanın ne olmadığını bize açıklıyor. Yani insanların kendi akılları ile uydurdukları şeyler takva ölçüsü olamaz. Takva’nın başka ölçüleri vardır. Takva sahibi olan insan bu ölçülere uyan kimsedir. Bundan sonra kayd edilecek âyetlerde ise doğrudan doğruya takvanın ilkeleri açık seçik olarak veriliyor. Şimdi bu âyetlere kulak verelim:
Bu âyetler yan yana getirilince kapsadıkları ilkeler bize takvanın ölçülerini vermektedir. Birinci âyette takvanın altı şartı gösterilmiştir. Birincisi beş iman ilkesine inanmak, ikincisi severek malını en yakınından başlamak üzere toplumu ile paylaşmak, üçüncüsü namazı kılmak, dördüncüsü zekatı vermek, beşincisi verdiği sözde durmak, altıncısı sıkıntılı anlarda, genişlik durumunda ve savaşlarda sabr etmektir.
İkinci âyetteki ölçüler şunlardır: darda ve genişlikte malı harcamak, öfkeyi yenmek, hata işleyen insanları affetmek, güzel davranmak, çirkin iş işleyince, yahut kendine karşı haksızlık yapınca Allah’tan bağış dilemek, yaptığı çirkin işlerde bilerek ısrar etmemek.
Üçüncü âyette birr ile takva eş anlamda kullanılmıştır. Çünkü âyetin baş tarafında birrin ne olmadığı anlatılmak istenmiş ve sonunda ise sayılan özellikleri elde edenlerin gerçekten takva sahipleri olduğu ifade edilmiştir. Âyette dikkatimizi çeken nokta takvanın imandan soraki ilk şartının malın toplum ile paylaşılmasıdır. Namaz ile zekat bu paylaşım şartından sonra zikr ediliyor. Çünkü namaz şahsın iç dünyasını ilgilendiren bir kulluk şeklidir. Zekat ise dini anlamda zengin olan belli sayıdaki insanların mallarının belli bir kısmını toplumları ile paylaşması olayıdır. Ancak ikinci maddede zikr edilen paylaşma emri daha kapsamlı olup sadece zenginlere değil, derecesine göre malını toplumu ile paylaşmayı hedefliyor ve insanları kendileri için değil, ayni zamanda toplumları için kazanan, toplumları için harcayan, toplumları için yaşayan mükemmel bir insan durumuna getirmeyi hedefliyor. Bir lokması olan kişi eğer buna ihtiyacı olan bir başka insan varsa onun yarısını bu ihtiyaç sahibine vermelidir. Hatta isar ölçüsüne göre başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmelidir. Yukarıdaki âyetin kapsamını açıklamak üzere isar ile ilgili âyetin mealini aşağıda kayd etmenin çok yararlı olacağını düşünüyoruz:
Bu âyet yukarıdaki âyeti açıklayıcı niteliktedir. Çünkü 177. Âyette sayılan takva özelliklerini taşıyanlar için “ işte bunlar sadık kullardır.” Hükmü veriliyor. Bu âyette de ayni hüküm vardır. Dolayısıyla ikisi de takvanın ilkelerini taşıyorlar.
8.“Adaletli davranın. Adalet takvaya daha yakındır. Allah’tan sakının. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
10.“Affetmeniz takvaya daha yakındır. Aranızda fazileti unutmayın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı görüyor. “
14.“Ey akıl sahipleri ,takva sahibi olmanız umudu ile sizin için kısasta hayat vardır.”
15.“Size verdiğimiz Kitabı kuvvetle alınız ve orada bulunanları hatırlayınız ki, takva sahibi olasınız.”
Belirleyebildiğimiz kadarıyla yukarıda kayd edilen 11 âyetten çıkardığımız takva ilkelerini şu şekilde özetlememiz mümkündür: Allah’a, Ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve Peygamberlere iman, malı toplum ile paylaşmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilen rızıklardan başkalarına da harcamak, darlık ve genişlik halinde infakta bulunmak, başkasına bir şey verirken en sevileninden vermek, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmek, verilen sözde durmak, en sıkıntılı zamanlarda sabr etmek, şekilci olmamak, aklı din yerine koymamak, öfkeyi yenmek, insanları affetmek, çirkin iş işleyince, yahut kendine haksızlık edince Allah’ı anarak bağış istemek, yapılan hatalarda ısrar etmemek, doğru iş yapmak, doğruları onaylamak, kendini temize çıkarmamak.
On sekiz madde halinde bir araya getirdiğimiz bu takva ölçülerinde dikkati çeken nokta, hiçbirinin şekil ile, dış görünüş ile ve formalite ile ilgili olmamasıdır. Bu âyetlerde ferdi ilgilendiren davranışların toplumu ilgilendirenlere oranla daha az olması ve hepsinin insan davranışı ile ilgili olması da dikkati çeken başka bir noktadır. Bu çerçevede biz Kuran’a göre takvayı şöyle tanımlayabiliriz :
“Takva; insanın kendisi ile Allah’ı arasında ve kendisi ile toplumu arasında kuvvetli bir bağ kuran ilişkiler toplamıdır.”
Bu ilişkiler dünya ve ahiret dengesini sağlayacak nitelikte olup Kur’an’ın hedeflediği takva ölçüsü kanaatimize göre, işte budur. Kişiler hayatları boyunca bu dengeyi sağladıkları ölçüde takva sahibidirler.
Kur’an takvaya büyük önem vermiştir. Ulu Allah Kuran’da genelde tüm insanları, özlede ise tüm inananları takvaya çağırıyor. Tarih boyunca bütün peygamberler de kavimlerini takvaya çağırmışlardır. Kuran bize bunun örneklerini veriyor. Bu konuda bizi aydınlatmak üzere Kuran’dan bazı âyetleri aşağıda kayd ederek konuyu zenginleştirmek istiyoruz.
Bu âyette dikkati çeken önemli bir nokta var. O da âyetin dört unsuru kapsamasıdır. Bunlar bir birinin zıddı olarak algılanabilir. Âyetin birinci cümlesinde güzel muamele, taat ve iyilik ile birlikte takva zikr edilmiş, bu iki şeye karşılık onların zıddı kabul edebileceğimiz iki şey daha zikr edilmiştir. Bunlardan biri günah, diğeri saldırganlıktır. İyilik ve güzel davranmanın karşıtı günah, takvanın karşıtı da düşmanlık ve saldırganlıktır.
Toplumsal hayatın temeli bu âyette dikkat çekilen noktalara dayanır. O halde gerek ferdî ve sosyal hayatta, gerekse sivil yahut resmi ortamda, gerek medyada, gerekse eğitim-öğretim kurumlarında, gerekse sanat alanlarında iyilik, güzellik ve itaatkar olma duygusuna özenle ulaşılmalıdır. Buna karşılık günahtan ve başkalarının hakkına saldırmaktan kaçınılmalıdır. Birinci ikili üzerinde yardımlaşma, ikinci ikiliden ise sakındırma söz konusudur. Toplumumuzun buna gerçekten çok ihtiyacı vardır. Eğer bu âyetteki takva ilkesine riâyet edilirse bir toplumda anarşi, çirkin davranış, zulüm, saldırı ve günah işler yayılmaz. Günah olan işler ise aslında fert ve toplumlara cidden zarar veren şeylerdir. Eğer bir toplumda günahlar özendirilirse, saldırı her zaman bebeklerin, körpe dimağlarına nakş edilir ve gençlerin gözleri önünde sahnelenirse, iyilikler, güzellikler, itaat ve dürüstlük yerilirse ve bunlar numune olarak yeni yetişen bebeklerin kafasına nakş edilirse o toplumdan hayır beklemek boşunadır. Bunun için toplumsal hayatın temelinin takva olduğunu telkin etmemiz ve buna göre tertemiz nesiller yetiştirmemiz gerekir. Oysa bizim toplumumuzda yeni doğan bebekler saldırı sahnelerini kafasına yazmakta, çirkin ve kötü görüntülerle karşılaşmakta, bencillik ve ihtirasla yoğrulmakta, fazilet taşımayan kötü örneklere özenerek büyümektedir. Bu nesillerden güçlü bir toplum, iyi bir sonuç, kalkınma mucizesi nasıl beklenebilir ki?
7.“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, takva sahibi olasınız.”
İbadet kulu Allah’ına yakınlaştırır ve gerçekten takva sahibi olmasını sağlar. Takva ise insanın davranışlarına etki eden bir faktör olduğuna göre, bu insan kamil bir insan durumuna yükselir.
9.“Yanınıza azık alınız. En hayırlı azık ise takvadır.”
10.“Ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki, kurtulasınız.“
11.“Ey inananlar! Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten koruyunuz.”
15.“Şüphesiz ki Allah takva sahibi ve güzel iş yapanlarla beraberdir.”
16.“Güvenilen kişi emanetini sahibine ödesin. Rabbi olan Allah’tan sakınsın.”
Son âyette ulu Allah takva sahipleri ve güzel iş yapanlarla beraber olduğunu açıklamıştır. Bir ferdin yahut bir toplumun Allah’ın yardımına mazhar olması için iki şeye ihtiyaç vardır. Biri takva sahibi olmak, diğeri güzel iş yapmaktır. Kuran’daki tanımı ile takva sahibi olan ve hayat boyu güzel işler yapan insanlar, kim olurlarsa olsunlar, Ulu Allah’ın yardımı onlarla beraberdir. Allah’ın beraber olduğu kimsenin hiç sırtı yere gelir mi? Dünya işlerinde sürekli başarı kayd eden insanlarda, Kuran’da belirtilen takva ilkelerinin var olduğu ve güzel işler yapmakta başarılı oldukları görülmektedir. Örneğin BOSH, yahut SONY, yahut MERCEDES ürünlerine adını veren kişiler eğer bu ürünlerini güzel yapmasalardı Allah onlara yardım etmez, dolayısıyla ürünleri beğenilmezdi ve çok kısa bir zamanda iflas ederler, yahut basit birer sanayici olarak kalırlardı. Nerede güzellik, sağlamlık, dürüstlük, sözünde durma, başkalarının hakkına saldırmama, hakka riâyet ve sabır varsa orada takva da vardır. Bu takva insanı başarıya götürür. İslam dünyasında sürekli başarı kayd eden insanların görülmemesinin sebebi bu iki temele dayanmaktadır. Takva ve güzel iş yapma ilkesi. Başarısız insanlarda bu iki ilke eksiktir. Bu eksiklik ise başarıyı olumsuz yönde doğrudan etkilemektedir.
17.“Sabr et, zafer takva sahiplerinindir.”
18.“Senden rızık istemiyoruz. Rızkını biz vereceğiz. Başarı takvanındır.”
19.“Ey inananlar! Allah’tan sakının, eğer inanıyorsanız geride kalan ribayı bırakın.”
20.“Allah’ın dostları sadece takva sahipleridir. Fakat çokları bunu bilmezler.”
20.“Allah takva sahiplerinin velisidir.”
21.“And olsun ki, Tevrat’tan ( Zikir) sonra Zebur’da şunu yazdık: Şüphe yok ki, yeryüzüne iyi (salih ) kullarım varis olacaktır.”
Salih kul, sözlükte görev ve sorumluluklarını yerine getiren ve güzel iş yapan insan demektir. Sonuncu âyet, anlam bakımından takva ile birleştiği için, onu da burada zikr etmek suretiyle takva sahibi insanların dünyanın asıl varisleri, sahipleri olduğu gerçeğini anlatmak istedik. Nitekim güçlü ve kalkınmış milletlerde salih kişilerin kahir çoğunlukta olduğu görülür. Fesat ve anarşik olaylar istisnai kalır. Geri kalmış toplumlarda ise bozuk kişiler, yanlış iş yapanlar ve kötüler büyük çoğunluğu teşkil eder. Bunun için yeryüzüne birinciler hakim olur, ikinciler de bunların mahkumu bulunur.
22.“Nuh kavmine dedi ki; Allah’tan sakınsanıza! Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. “
23.“Kardeşleri Hud onlara dedi ki; takva sahibi olsanıza! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin.”
24.“Kardeşleri Salih onlara dedi ki; Takva sahibi olsanıza! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tın sakının ve bana itaat edin.“
25.“Kardeşleri Lut onlara dedi ki; takva sahibi olsanıza! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin.“
26.“ İlyas elçilerdendi. Kavmine şöyle demişti: Sakınsanıza!”
Bu âyetlerin sayısını artırmak mümkündür. Fakat kayd edilenler takvanın Kuran’daki önemi hakkında bize yeterince fikir vereceği kanaatindeyiz.
Takva anlam itibarıyla hem ferdi hem de sosyal içeriğe sahip bir terim olduğu gibi, hem dünya hem de ahiret hayatını birlikte kapsamaktadır. Bu sebeple takvanın sonuçlarını iki açıdan değerlendirmek istiyoruz. Biri dünyadaki sonuçları, diğeri ise âhiretteki sonuçlarıdır.
Kuran bize takvanın dünyadaki sonuçlarını aşağıda meallerini kayd edeceğimiz âyetler çerçevesinde şu şekilde ortaya koymaktadır:
“ Allah’tan sakınınız, o size bilgi öğretir. Allah her şeyi bilendir.”
Bu âyette eğitim-öğretimin temelinin takva olduğu, takva ilkelerine riâyet eden fert ve toplumların eğitim-öğretimini bizzat Ulu Allah’ın üstlendiği işareten açıklanmıştır. Çünkü bilginin kaynağı Yaratandır. İlk bilgileri nasıl Adem’e öğretti ise, bugün de Adem gibi kendisine yakın olan fert ve toplumlara bilgi öğretir. Günümüzde bilgide ve teknolojide zirvede olan milletlerin bu noktada Allah’ın yardımına nasıl mazhar olduklarına tanık olmaktayız. Çünkü Ulu Allah bu âyette bilgi öğreteceği kimselerde iman şartı aramıyor, takva şartı arıyor. Kur’an’ın önerdiği takva ilkelerine uyan herkes bu bilgiyi elde etme imkanına sahiptir. O halde takvanın birinci sonucu bilgide ve kültürde üstünlüktür. Bu üstünlüğü elde edenler de takva sahibi olup Allah’a yakın kullardır.
2.”Takva sahipleri için güzel bir gelecek vardır.”
Bu gelecek kanaatimizce ahiretle ilgili olmayıp dünya hayatını ilgilendirmektedir
3.“De ki; ey inanan kullarım! Rabbinizden sakının ( takva sahibi olun). Bu dünya hayatında güzel iş yapanlar için güzel sonuç vardır. Allah’ın toprağı geniştir. Sadece sabr edenlere karşılığı hesapsız olarak verilecektir.”
Bu âyette de takva güzel iş yapmakla ilintili kılınmış ve sabır ile güzel iş yapanlar hesapsız bir karşılık almakla müjdelenmiştir.
4.”Veren ve takva sahibi olan, bir de en güzel olan şeyleri doğrulayanın işini kolaylaştıracağız.”
5.“Eğer o köylerin halkı iman edip takva sahibi olsalardı, onların üzerine göklerden ve yerden bereket kapılarını açardık.”
Bu âyette açık bir ifade ile iman ve takva unsurlarının bereket kapılarını açtığını ve bir toplumun kurtuluşunun temellerini teşkil ettiklerini haber veriliyor. Buna göre huzur ve refahın yolu iman ve takvadan geçiyor. Bugünkü dünyanın gidişi de bu âyeti doğrulamaktadır. İmanlı olan ve Kur’an’ın gösterdiği takva ilkelerine riâyet eden milletlerin kalkındıkları ve berekete mazhar olduklarını görmekteyiz. Bunun en bariz örneğini Batıda Avrupa ve Amerika ülkeli ile Uzak doğuda Malezya teşkil etmektedir. Avrupa’nın başarısı, kanaatimizce yukarıda sıraladığımız Kur’an’ın ilkelerine uygun olarak çalışmak ve hayatlarını buna göre düzenlemekle gerçekleşmiştir. Kalkınmanın eşiğinde olan Malezya’da hem halk hem de devlet imana, takva ilkelerine, insan haklarına büyük ölçüde riâyet ettiği için, İslam dünyasının ilerisinde gitmektedir. Bunu gözardı edenler gerçekleri göremiyenlerdir. Orada devletin dinler ile ve İslam ile bir problemi yoktur. Her gurup kendi dininin gereklerini yerine getirmek için adeta yarış halindedir. Müslümanlar devletin başındadır. Devlet Müslümanların inanç ve ibadetle ilgili hiçbir işine karışmamakta, özellikle Kuran’a ve İslam’a büyük bir saygı göstermektedir.
Pahalılık ve sıkıntı yaşayan milletlerde, inanç problemi, ibadet problemi, ahlak problemi, insan hakları problemi, düşünce problemi yaşanıyor. Bunun tabii bir sonucu olarak pahalılık problemi ve bereketsizlik yaşanıyor. Rızkın daralması ve bereketin kalkması bir toplumun günahlarının çokluğundandır. Allah korkusu yüreklerden silindikçe insanlık refahı, mutluluk ve huzuru yakalayamamakta, dolayısıyla birçok nimetlerden mahrum olarak yaşamaktadır. Böyle devam eden milletler ebediyen mutlu olamayacaklardır. Ülkemizde ve İslam alemindeki bunalımlardan yegane çıkış yolu Allah’a yaklaşmak, günahlardan uzaklaşmaktır.
Bu âyette dikkatimizi çeken nokta, haşyet ve takva terimlerinin yan yana zikr edilmesidir. Allah’tan haşyet ile Allah’tan ittika etmek ayni şeyler değildir. Bu kelimeler atıf harfı ile birbirine bağlanmış olup nahiv bakımından birinci kelimenin ikincinin aynı olmaması gerekir. Aksi takdirde atıfta bulunmanın bir anlamı kalmaz. Atf-ı beyan kabul edecek olursak o takdirde atıf harfine gerek yoktur. Bundan anlıyoruz ki, Allah’tan korkmak ile Allah’tan ittika etmek aynı şeyler değildir. Biri korku yolu ile Allah’a yaklaşmak, diğeri ilkelerine riâyet ederek ona yaklaşmaktır. O halde başarının temeli hem takva hem de haşyettir.
8.“Ey Ademin oğulları! Size içinizden elçiler gelip benim âyetlerimi anlattıkları zaman, kim takva sahibi olup kendini düzeltirse onlar için korku yoktur, üzülmeyecekler de.”
Bu âyette takvanın sonucunun kendine çekidüzen vermek ve üzüntüsüz korkusuz bir hayat sürmek olduğu açıklanmaktadır. Korku ve üzüntüyü büyük ölçüde yenmiş gibi görünen Batılı toplumlarda Müslüman toplumlara göre takvadan daha fazla nasip vardır ki, bu âyetlerin müjdelediği sonucu onlar elde ediyorlar. Müslüman toplumların da tüm üzüntülerden kurtularak güven ve huzur içinde yaşamalarını ulu Allah’tan niyaz ediyoruz.
9.“Bu Kur’an insanlara bir açıklama, hidâyet ve takva sahiplerine bir öğüttür.”
10.“Bu Kitap yok mu? Onda şüphe yoktur. Takva sahiplerine kılavuzdur.”
11.“And olsun ki, biz size açıklayıcı ve sizden önceki milletlerden örnekler veren ve takva sahiplerine öğüt veren âyetler indirdik.”
13.“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rbbinize kulluk edin ki, takva sahibi olasınız. “
Takvanın dünyada doğurduğu sonuçlar yanında esas hayatımız olan ahiretteki sonuçları Müslümanlar için daha büyük bir önem arz ediyor. Konu ile ilgili olarak yüce Kuran’ın şu âyetlerini hatırlamalıyız:
4.“ Ey inananlar! Eğer Allah’tan sakınırsanız, o sizin için huccet kılar ve kötülüklerinizi örterek sizi bağışlar. Allah büyük bir lütuf sahibidir.”
Bu âyetteki “furkan” kelimesinin bizce anlamı burhan, huccet ve delil demektir. Yani Allah’tan sakınan ve takva sahibi olan kimsenin her işinde bir delil, bir huccet ve bir güç hasıl olur, başıboş bırakılmaz, sözü ve işi sağlam olur, hedefine güven içinde varır.
5.Eğer güzel iş yapar ve takva sahibi olursanız, şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır.”
6.“ Eğer yararlı iş yapar ve takva sahibi olursanız şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve acıyandır.”
7.“Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanıp takva sahibi olursanız Allah size ecrinizi verir, sizden mallarınızı istemez.”
8.“ Rablerinden sakınanlar Cennete bölük bölük sevk edilirler.”
9.“Takva sahibi olanlar için, Rableri katında altından nehirler akan cennetler vardır.”
11.“Takva sahiplerine vaad edilen cennetin örneği şöyledir: Altından nehirler akar, yiyecekleri ile gölgesi süreklidir. İşte bu takva sahiplerinin sonudur. Kafirlerin sonu ise ateştir.”
12.“Şüphe yok ki, takva sahipleri için kurtuluş vardır, bağlar, bahçeler vardır.”
Şunu bir kere daha söylemeliyiz ki, takva kavramı, İslam dünyasında, özellikle son asırlarda dçok biçimsel olarak ele alınmış ve biçimsel olarak yaşanmaya çalışılmıştır. Herkes çevresinde takva sahibi olarak örnek gösterilen zatlardan hatırlayabilir ki, takva toplumumuzda davranıştan çok şekle hitap etmiş, dolayısıyla insanımız takva sahibi olabilmek için belli bir şekle bürünmeye titizlikle özen göstermiş, ancak takvanın manasını, davranış boyutunu, özellikle dünya boyutunu tamamiyle bir kenara itmiştir. Bu durum Müslümanların dünya işlerinde başarısızlığa uğramasına sebep olmuş, Müslümanlar için felaketin kapısı olmuştur.