KUR’AN ALLAH’IN KİTABIDIR




(Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK’ÜN yorumuna reddiye)

                                          Prof.Dr. Yunus Vehbi YAVUZ

Geçen hafta Kur’an’la ilgili bir tartışma ortaya çıktı. Sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün Youtube’daki bir kasetini tesadüfen dinleyince olaya vakıf oldum. Birkaç gündür bu konu hararetli bir tartışmayı beraberinde getirdi. Hatta bazı TV. Programlarına intikal etti. Siyasete çekilerek siyasi rant elde edilmeye de çalışıldı. Aslında bir dost meclisinde yahut dar bir topluluk içinde yapılmış bir konuşmanın sonradan konuşmacıyı yıpratmak maksadıyla yayınlanmış olduğunu konuşmacının ifadelerinden öğrendik. Konuşmacının izni olmaksızın bir konuşmanın belli bir bölümünü gizlice kasete alıp yayınlamak aslında ahlaksızlıktır. Bir konuşmanın sadece belli bir bölümünün cımbızlanması da ikinci bir ahlaksızlıktır. Kasetteki metnin cımbızlanmış olması, geçmiş zamana ait olması bu yayının arkasında bir kötü niyet olduğunu da gösteriyor. Bu kötü niyet sahiplerini ayıplıyorum. Bu gibi meselelerde eğer sakıncalı bir ifade görülmüş ise zamanında tepki verilmeli, konuşmanın tamamı da yayınlanmalıydı. Bunlar işin teknik yönleridir. Fakat bütün bunlar Sayın Öztürk’ün “Kur’an Allah sözü olamaz”, “Kur’an’da müşriklere sövme ifadelerinin” bulunduğu yolundaki talihsiz sözlerine mazeret teşkil edemez. Kur’an Allah kelamıdır, onun sözüdür, sevgili Peygamberimize indirilmiş ve onun tarafından insanlara tebliğ edilmiştir. Sözleri de manası da Allah’a aittir.

Mustafa Öztürk Hoca, zeki, kabiliyetli, hatip ve donanımlı bir ilim adamıdır. Bu duruma vakıf olunca, halkımızın inançlarının sarsılmasını önlemek üzere sorumlu bir kişi olarak konu hakkındaki düşüncelerimi yazmayı vicdani bir borç telakki ettim ve bu reddiyeyi kaleme aldım. Allah’ın hatırı kul hatırının çok çok üstündedir. Esasen bu konu hakkında kelam profesörlerinin öncelikle konuşmaları gerekir. Çok azı kalemi eline alarak görüş belirtmiştir. Allah katında bir mazeretim olamayacağı için şimdi görevimi yerine getirmek üzere kalemi ele aldım.

Meselenin İlmî Boyutu

Sayın Öztürk’ün, anılan kasette yer alan aykırı ifadeleri ile yaptığı bazı yorumları kabul etmemiz mümkün değildir. Amacımız İslam dinini anlatırken doğrunun ortaya çıkması ve toplum inançlarının sarsılmamasını sağlamaktır. Sayın Öztürk’ün anlattıklarına karşı olan görüşümüzün delillerini aşağıda kaydettik.

1. İslam dininin temel kaynakları ikidir. Biri Allah’ın Kitabı, diğeri Resûlü’nün sünneti. Kur’an’ın, Allah’ın kitabı olduğunun delilleri Kitap/Kur’an ayetleri ve tevatür yolu ile bize kadar intikal eden sünnettir. Âyetlerden bir kaçının meali:

“Bu bir kitaptır, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için onu sana indirdik.” (Ra’d, 23/1-2; İbrahim, 14/1),

“Biz sana Kitabı, insanların üzerinde ihtilafa düştükleri hususları açıklaman için indirdik.” (Nehl, 16/24), “Kur’an Ramazan ayında indirildi.” (Bakara, 2/185);

”Biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadr, 97/1),

”Sana vahyedilen Kitabı oku.” (Taha, 20/123).

Yüce Allah bu ayetlerde Hz. Peygamber’e Kitap indirdiğini, daha önce de kitaplar indirdiğini ve bunlara inanılması gerektiğini haber vermiştir. İndirmek, var olan bir şey için kullanılır. Allah’ın Kitabı vardır ve bu Kitabı indirdiğinden bahsediyor. Olmayan kitabı Allah nasıl indirdi? Öyle olmasa yani yüce Allah, sözleri ve muhtevası ile Kur’an’ı indirmemiş olsaydı, kalbine vahyettik, “kalbine bıraktık, sen de bunları ifade ettin, yahut ifade et” buyururdu. Yine eğer Kur’an iddia edildiği gibi, Allah’ın sözü değil de Hz. Peygamber’in kelamı olsa, Kur’an’ın bunu da açıklaması gerekirdi. “Senin Kitabın yahut Cibril’in Kitabı” denilmesi gerekirdi. Kur’an ihtilaf edilen konuları ortadan kaldırmak için gönderildiği halde, ihtilaflara ve kargaşaya sebep olacak tarzda bir yorum yaparak Allah’ın sözü/kelamı olamayacağını söylemek Kur’an’la çelişir. Kur’an net bilgi verir ve açıklar. Açıklama olmayan yerlerde bizim yorum yaparak beşerî alanımızı aşmaya hakkımız yoktur. İnanç konuları net ve kesin beyan ister, yorumlar ise bu alanda bir anlam ifade etmez, vesvese ve vehim olarak kalır. Bugün ve tarihte tartışılan bu konu hakkında söylenen sözler insanların zannına dayalıdır. Dinde zan olmaz, şüphe olmaz. İnanç konularında yorum olmaz. Olursa bir anlam ifade etmez, bugün olduğu gibi ihtilafa ve hoşnutsuzluğa sebep olur. Откройте для себя новые грани отношений

Allah Kur’an’da Kendi Sözünden Bahsediyor:

“Müşriklerden biri senden aman dilerse ona aman ver ki Allah’ın kelamını dinlesin.” (Tevbe, 9/6),

“Onlardan bir fırka Allah’ın kelamını işitiyorlar, onu anladıktan sonra da tahrif ediyorlardı.” (el-Bakara, 2/75),

“Ey Musa! Risaletlerim ve kelamımla seni insanlar üzerine seçtim.” (Âraf, 7/6).

Müşriklerden birinin sözü Kur’an’da şu ifadelerle hikâye edilmektedir:

“Şüphe yok ki bu, bir insan sözünden başkası değildir.” (Müddessir, 74/25).

Bu âyetlerde “Allah’ın kelamı”, “benim kelamım” ifadeleri açıkça Allah’ın kelamının var olduğunu göstermektedir. “Kur’an Allah sözü olamaz” ibaresi bu âyetlerle de çelişiyor.

2. Kur’an’ın Allah kelamı oluğu Kitap yanında mütevatir sünnetle de sabittir. Eğer böyle olmasa aksine bir bilginin sabit olması gerekirdi.

3. Eğer Kur’an Allah kelamı olmasaydı bu çok önemli konuyu, ihtilafa mahal bırakmayacak şekilde yüce Allah’ın açıklaması gerekirdi. Çünkü Kur’an açıklama olarak gönderilmiştir. Şu âyet de bizim delilimizdir: “Emin olan ruh/Cebrail Kur’an’ı senin kalbine indirdi.” (Şuara, 26/194). Bir kitap vardı ki Allah onu indirdi. Tıpkı İnternetten bir kitabın PDF’sinin hard diske indirilmesi gibi. Bununla beraber, Kitap denilince, bundan hem söz hem de yazılanlardaki mana anlaşılır. Bir “kimsenin kitabı” denilince, bundan onun sadece sözlerinin manası anlaşılmaz. “Kur’an’daki Kitap” ifadeleri de hem söz hem de manaya delalet eder. Kitabın sadece mana olduğunu iddia edebilmek için yine Kur’an’dan yahut sahih sünnetten delil getirmek gerekir. Bu kadar hassas ve önemli bir konuda açıklama yapmayıp susması, Kur’an’ın, mübin/açıklayıcı niteliği ile çelişir. Bununla beraber, sevgili Peygamberimizin de bu çok önemli noktayı açıklaması gerekirdi. Yani “Kur’an’ın manası Allah’tan lafzı bendendir yahut Cebrail’dendir” buyurması gerekirdi. Kur’an’ın bazı kelimelerini, bazı kıssalarını ve kavramlarını kendine göre veya bazı tefsircilere göre yorumlayarak hüküm vermek gerçekten tutarsızdır. Bu noktada Peygamberimizin, bilerek susmuş olması gerekir ki o zaman Kur’an’ı kendisinin uydurduğu vehmi bazılarının aklına gelebilir.

4. Müşrikler ve İslam’a muarız olanlar, Hz. Peygamber’e indirilen Kitabı inkâr ettiler, vahiye inanmadılar; onu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler ve Kur’an’ın ifadesi ile şöyle dediler: “Belki onlar, karmakarışık rüyalardır, onu o uydurmuştur, belki o bir şairdir dediler.” (Enbiya, 21/5) Sayın Öztürk’ün yorumu bu ayetin muhtevası ile uyuşuyor. Böyle olmamasını temenni ederdim.

5. Allah ve Resûlü’nün açıklama yapmadığı konularda yani bize kapalı olan alanlarda yorum yapmak, akademik yönden bilgi ifade etmez. Çünkü yorum zanni bir sonuç doğurur, vehme götürür, maksadı şaşırtır, dinin aslını bozar. Fakat mesele eğer dinin inanç, ibadet ve ahlak konuları dışında kalıyorsa ve toplumsal gelişmeye yardımcı olacaksa o alanlarda akıl yürütmek mümkündür, hatta vaciptir denilebilir. Çünkü toplumun gelişme ve değişmeye ihtiyacı vardır. Öztürk’ün yanıldığı taraf bu kapalı alana girmekle yakından alakalıdır. Onun bu ve benzer aykırı yorumlarını esas alan bazı insanlar buna dayanarak inanç yönünden zarar da görebilirler, bunun vebali büyük olur.

Öztürk’ün İleri Sürdüğü Delil

Sayın Öztürk’ün yorumuna, delil açısından da bakmamız gerekir. “Kur’an Allah sözü olamaz” sözünün sağlam bir delilinin olması lazımdır. Yapılan yorum delil değil, belki bir tercihtir, vehimdir, zan ifade eder. Öztürk konuşmasında, düşüncesini birkaç kelimenin tercümesine dayandırıyor. Özellikle “Zenîm” kelimesini günümüzde “piç” anlamına tercüme ederek bunun Allah’a yakıştırmadığını söylüyor. Allah’a neyin yakışıp yakışmadığını kullar tespit edemez. Böyle saçmalık olmaz. Lugat kitaplarına bakılınca “Zenîm” kelimesine şu manaların verildiği görülür: Nesebi belli olmayan, kötülüğü ile tanınan, alçaklığı bilinen, bir kavme ilhak edilen kimse. Şimdi bu manalardan sadece nesebi belli olmayan manasına bakarak ve bunu “piç” anlamına tercüme ederek cımbızlıyor Öztürk. Diğer manalara ne olmuş, onlardan birini tercih etmeye bir engel yoktur. “Nesebi başka bir kavme ilhak edilen manası vakıaya çok uygundur. Kur’an’da Allah bir vakıayı anlatıyor. Bu ilhak âdeti cahiliyede normal bir olgu idi. Meşhur Irak valisi Ziyad b. Ebîh de nesebi Muaviye’ye ilhak edilenlerden biridir. O zaman bunlara bizim örfümüzdeki “piç” manası verilmiyordu, yadırganmıyordu, kötülenme vesilesi kabul edilmiyordu, toplumda normal kabul edilen bir olgu idi. “Zenîm” kavramına “Kötü, alçak insan” anlamı da verilebilir. Bunlar arasından tek bir anlamı seçip, onu Türkçeye uydurmaya çalışmak delil olamaz, belki vehim olur. Dolayısıyla Sayın Öztürk’ün dayandığı bu argüman çürüktür, indidir, ilmî değildir. Piç manasının kast edildiğinin delilini verilmiyor. Zemahşerî’ye veya Ferra’ya yahut başka bir alime atfen söz söylemekle delil getirilmiş olmaz. Bununla beraber, Allah’a neyin yakışıp yakışmadığını ancak Allah belirler, kullar tayin edemez. Allah’a yakıştırılmayan bir söz haşa Hz. Peygamber’e nasıl yakıştırılıyor?

İşin Din Siyaseti Boyutu

Dini konular son derece hassastır. Özellikle inanç konuları çok nazik konulardır. Bu konular tartışılırken neyi getirip neyi götüreceği dikkate alınmalıdır. Buna biz din siyaseti de diyebiliriz. Alim, aynı zamanda din siyaseti de bilmelidir. İlahiyat Fakültesinde görev yapmakla diğer laik fakültelerde görev yapmak, konu tartışmak aynı şey değildir. Örneğin, felsefe fakültesinde görev yapan bir akademisyen bu konulara girse bu kadar yadırganmaz. Çünkü halk “cahildir, bilmiyor, inançsızdır” diyerek geçiştirir; aldırış bile etmez. Fakat İlahiyatta tefsir, hadis ve kelam alanında hizmet veren bir akademisyenin, toplum önünde tartışma alanına girmesi zarar verir. Böyle yorumların toplumsal gelişmeye yahut fikrin gelişmesine bir faydası dokunmaz. Kanaatimce şöyle yapılırsa isabetli olur: Tarihte ve günümüzde bu gibi yorum ve düşünceler ele alınarak tartışılabilir, delilleri tarafsız olarak ortaya konabilir. Bu durum öğrencilerin ve dinleyicilerin fikir jimnastiği yapmalarına, akademik yönden gelişmelerine vesile olabilir.

Kitaplarda tartışma konusu bir çok mesele vardır. Bu meselede tartışmaya sebep olan husus, Sayın Öztürk’ün “Kur’an Allah Kelamı olamaz” diyerek hüküm vermesidir. Bunu söyleyebilmek için, yukarıda da ifade edildiği üzere, kesin delil gerekir. Birkaç kelimeye verilen mana ile ve tutarsız bir yorumla hüküm verilemez. Yüksek lisans ya da doktora öğrencileri akademik evrelerini tamamlamış alim kişiler değillerdir; bunlar hocaya mahkumdurlar; aykırı düşüncelere ve yorumlara cevap bile veremezler; hocanın onlar üzerinde baskısı olur. Bu da düşünceyi geliştirmez, belki zarar verir.

Kasetteki anlatımda, Kur’an’da müşriklere küfürlerin yer aldığını ifade etmek de son derece yanlıştır. Okunan ayetteki kelimelerin hangisi küfürdür? Yakıştırma bir mananın Allah’a yakıştırılması Kur’an için değil, herhangi bir alimin kitabında yer alsa onun için bile sarf edilemez. Hele bir akademisyen tarafından hiç sarf edilemez.

Kanaatimizce Sayın Öztürk ya maksadını tam anlatamamıştır yahut sürç-i lisan etmiştir, yahut kendince bir vehme kapılmıştır. Allah’ın kitabını anlatırken hem dinleyenlerin, hem öğrencilerin hem de halkımızın kafasını karıştıracak, özellikle Kur’an inançlarını sarsacak beyanlardan kaçınması gerekirdi. Bu bir vahim hatadır. Mesle fer’i fıhî bir mesele olsa o zaman su kaldırır. Fakat temel iman meselesi olan bir konuda sarfedilen sözlere, ifadelere, üsluba, beden hareketlerine dikkat etmek gerekir. Bu sebeple biz böyle meselelerde sessiz kalamayız, görüşümüzü açıklamaya, gerekli uyarıyı yapmaya devam ederiz.

Kasetteki anlatımında, Kur’an’ın sanki birkaç müşrikle uğraştığı, Kur’an’ın dar bir alanda sıkıştığı ifade ediliyor. Tamamen yersiz olan bu durum gerçeğe uygun değildir. Kur’an’ın muhtevasındaki bilgilere aykırıdır. Kur’an’ın müşrikleri kötülemesi ile küfretmenin aynı şey olmadığı aşkârdır. Bu gibi âyetlerin sayısı, benim sayımıma göre Kur’an’da yer alan 6298 âyet içinde çok azdır. Kur’an inançtan, ibadetlerden, ahlaktan, siyasetten, iktisattan, hayattan, hukuk kurallarından, kıssalardan bahseder. Bunları görmezden gelen keyfi görünümlü, hafife alan bir anlatım vardır. Burada büyük bir yanılma söz konusudur. İnanç konuları tartışılmaz, akıl ile yorumlanmaz. Belki hikmetle açıklamalar yapılabilir.

Sonuç:

Sayın Öztürk kıymetli bir bilim adamıdır. Onun iyi bir akademisyen olması yanılmasını engellemez. Bu sohbetteki anlattıklarında yanılmıştır; hem ilmî yönden, hem de kullandığı üslup yönünden yanılmıştır. Öztürk’ün emekliliğini istemesi gerekmezdi. Bütün mesele şu noktada düğümlenmektedir: Kendisi maksadı aşan aşırı bir yorum yapınca ve bu yorum Kur’anla ve Allah ile alakalı olunca, aşırı bir halk tepkisinin oluşmasını da tabii buluyorum. Çünkü bu yorumu okuyan halkın Kur’an hakkındaki itikadı sarsılır. Sadece bilgi donanımı ve güzel anlatım alim-i billah olmak için yeterli değildir. Alim kişinin aynı zamanda din siyasetine sahip olması ve toplum psikolojisini bilmesi, mihneye sabretmesi gerekir. Özellikle İlahiyat Fakültelerinde hocalık gibi çok yüksek bir görev üstlenen zatların, halkımızın inançlarını dikkate alması, sarf edilen bir sözün ne gibi hasarlara müncer olacağını hesaba katması lazımdır. Buna siyaset-i şer’iyye, siyaset-i ilmiye, siyaset-i tedrisiye de denilebilir. Yoksa toplumun refleks göstermesi kaçınılmaz olur.

Bir defa daha ifade ediyorum ki; Üniversitelerde akademik özgürlük olmalı, her türlü fikir tartışılmalıdır. Tarihte ve günümüzdeki bütün akımlar ve zıt görüşler masaya yatırılmalı ve tarafsız bir gözle bunlar tahlil edilerek sonuca varılmalıdır. Fakat bu meselede fikir tartışması yoktur, olamaz. Hangi yüksek lisans öğrencisi, hangi doktora öğrencisi, hangi dinleyici kitlesi hocasının görüşünü özgürce reddedebilir? Bilgi donanımları buna kafi midir? Bu gibi sohbetlerde yahut derslerde insanlara yol yol gösterilir. Hoca eğer kendi görüşünü dayatırsa buna tartışma denemez, bundan barika-i hakikat ortaya çıkmaz. Fakat bir akademik mecliste yani uzman alimlerin bulunduğu mecliste tartışma yapılırsa bu, fikrin gelişmesini sağlar. Çünkü eşitlik vardır. Buna ihtiyaç da vardır. Sınıflarda ve salonlardaki sohbetlerde hocalarla dinleyenler arasında bu anlamda eşitlikten söz edilemez.

Bu fakir, görev yaparken temel iman meseleleri dışında, fıkhın fer’î meseleri hakkında kaynaklarda bulduğum, pek işitilmemiş farklı görüşleri aktarırken yahut kendi tercihimi ifade ederken kimsenin bu görüşleri kabul etme zorunluluğu olmadığını da ilave etmişimdir. Bunu konuşmalarımda da yapmışımdır. Çünkü alanımız hassastır, Allah’ın dini ile ilgilidir. Allah bizleri doğrulardan ayırmasın.

  • PAYLAŞ