Cağfer KARADAŞ Prof. Dr.,
Vekîl, bir talep veya teklif sonucu bir işi üstlenen kişidir. Teklif etmeye vekîl kılmak, üstlenme işine de vekîl olmak denilir. Bu durumda vekîl kılmak, bir kişinin üstesinden gelemediği bir hususu bir başkasına havale etmesi diğer bir deyişle ondan bu görevi veya işi üstlenmesini talep etmesidir. Görevi üstlenen kişi vekîldir. Buna hukuk dilinde vekîl kılınan anlamında müvekkel de denilir. Bu bir anlamda nâib ve kefîl gibidir.
Bir kimsenin vekîl olması için belli özellikleri taşıyor olması gerekir. Bu özellikler, işin ehli olması, işi yapabilme kabiliyetinin ve gücünün bulunması ve son olarak üzerine aldığı işi sonuçlandıracak irade ve itibarının bulunması gerekir. Çünkü vekîl tayin eden kişinin aciz kalması sonucu destek arayışı bu ihtiyacı meydana getirmekte ve böyle bir işleme mecbur etmektedir. Dolayısıyla görevi üstlenen kişinin de müvekkilinin bu ihtiyaç ve acziyetini ortadan kaldıracak bir donanımda olması gerekir. Nitekim toplum içinde vekîl tayini daha çok bu sebepler dolayısıyla gerçekleşir.
Dünyevî düzlemde ve işlerde vekîl, sınırlı ve kısıtlı bir yetki ve ekti alanına sahiptir. Vekîl kılınan kişiye belli bir iş için belli bir süreliğine ve belli bir yerde görev verilmekte; işin, sürenin veya mekanın değişmesiyle birlikte vekîllik görevinin de sonlanması söz konusu olmaktadır. Zaten bir insanın her işe, her zaman ve her mekanda vekîl olma özelliği yoktur. Bu insanın gücünü ve iradesini aşan bir durumdur. Diğer bir ifade ile insanın gücü ve iradesi böylesi bir vekaleti kaldıracak çapta ve kapasitede değildir; olmadığı da tarihî tecrübe ile sabittir. Bundan dolayı işlerin yürümesi için bir değil birden fazla vekîle ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim bugün insanlar işlerinin büyük bir kısmını başkalarına vekâlet vermek suretiyle halletmektedirler. Sözgelimi ekmek için fırıncı, yemek pişirmek için aşçı ve araba kullanmakı için sürücü gibi meslek sahipleri aslında bir vekîl konumundadır. Bu kişileri bir toplumsal sözleşme gereği vekîl olarak görüyoruz, onlara güveniyoruz ve yaptıklarını belli bir ücret karşılığı satın alarak güvenle tüketiyor veya kullanıyoruz. Hatta kimi zaman yolculuk esnasında bir otobüs sürücüsünün vekaletine canımızı emanet ediyoruz ve onun bizi gideceğimiz yere güvenle götüreceğine inanıyoruz. Yine hukukî sorunlarımız olduğunda bir avukatı vekîl tayin ederek o sorunların çözümlenmesi veya üstesinden gelinmesi yolunu seçiyoruz.
Bakıldığında tüm bu vekillikler sınırlı ve sonludur. İnsanın bütün ihtiyaçlarını ve eksikliklerini giderecek veya telafi edecek genişlikte ve özellikte değildir. Öte yandan dünyevî anlamda vekîller maddî ihtiyaçları giderirken insanın ruhî ve manevî tarafını tatmin etmekten uzaktır ve zaten bunu yerine getirmesini kimse de beklememektedir.
Yukarıda sayılanlar göz önünde bulundurulduğunda insanın mutlak bir vekîle ihtiyaç duyduğu açıktır. Bütün eksikliklerden uzak, hiçbir kısıtlaması olmayan, her tür sorunun üstesinden gelebilecek, her ihtiyacı karşılayabilecek ve her noksanlığı giderebilecek bir vekîl arandığında bunun Allah’tan başkası olmadığı açıktır. Çünkü zâhir ve bâtın, evvel ve âhir sıfatlarına sahip olanın sınırlılık ve kısıtlılığı söz konusu değildir. Her şeye kâdir olan Yüce Allah’ın bütün ihtiyaçları karşılaması ve bütün zorlukların üstesinden gelmesi gücü dahilindedir. O’nun irade zafiyeti, tercih sıkıntısı ve zorda kalması düşünülemez. O, ilim, kudret, irade ve tekvin sıfatı ile her dilediğini ‘ol’ emri ile yaratır. O’na karşı koyacak bir varlık veya bir güç yoktur. Bütün kainat O’nun emrinde ve iradesindedir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Gökte ve yerde olan her şey ona aittir. Vekîl olarak Allah yeter”.[1]
Anılan kemâl sıfatlara sahip olan Yüce Rabbimiz, bütün mü’minlerin vekîli, darda kalanların yardımcısı, zorda kalanların kurtarıcısıdır. “O her şeyin yaratıcısıdır. Sadece ona kul olun, çünkü O her şeye vekîldir”[2] Bunu bilen kul “şayet müminseniz sadece Allah’a tevekkül edin”[3] denildiğinde “Hasbünallah ve ni’mel-vekîl=Allah bize yeter, o ne güzel vekîldir” diye dua eder ve böylece imanı kuvvetlenir.[4] Bu davranış aslında Peygamberimize ilahî emir olarak gelmiş ve O’nun bir sünneti olmuştur. Münafıkların çeşitli entrikaları karşısında bunalan Peygamberimize Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Onlardan yüz çevir, Allah’a tevekkül et. Vekîl olarak Allah sana yeter.”[5]
Bu özellikteki vekillik sıfatını Allah Tealâ sadece kendisine tahsis etmiş ve peygamberler dahil kimseyi bu sıfata ortak etmemiştir. Nitekim bütün insanların mümin olmasını ve dalaletten kurtulmasını arzu eden Peygamberimize şu ilahî ikaz gelmiştir: “İnanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin. Biz dileseydik gökten bir mucize indirirdik ve onlar bu mucize karşısında boyunlarını bükmek zorunda kalırlardı.”[6] Şu ayetlerle de bu ikaz teselli tadında tamamlanmıştır. “Biz bu kitabı sana hak olarak indirdik. Kim bu kitaba uyarsa kendi yararına, kim de bundan saparsa kendi zararınadır. Sen onların üzerine bir vekîl değilsin.”[7] “De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak kitap geldi. Kim bu kitaba uyarsa kendi lehine hareket etmiş olur. Kimde saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinize bir vekîl değilim.”[8]
Peygamber de olsa kul, bu anlamda vekîl olamaz. Kul ancak Allah’a dayanır O’na tevekkül eder. Öyleyse Allah’ın sıfatı vekîl, kulun sıfatı ile mütevekkildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur: “Karar verdiğinde Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah tevekkül edenleri sever.”[9] “Bütün işler O’na döner. Öyleyse O’na kul ol ve sadece O’na tevekkül et.”[10]
Burada tevekkül tembellikle karıştırılmamalıdır. Tevekkül bir işe karar verip teşebbüs ettiğinde, hayırlı bir sonuç için kulun Allah’a dua etmesi ve O’na güvenmesidir. Çünkü başlanılan işin sonucunun nasıl geleceği, hayırlı mı, şerli mi olacağını önceden kestirmek mümkün değildir. Öyleyse kula gereken, bütün tedbirlerini aldıktan ve yapması gerekenleri yaptıktan sonra, sonucun hayırlı gelmesi hususunda Allah’a başvurmak ve dayanmaktır. Nitekim Mehmet Akif: “Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol /Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol” derken aslında yukarıdaki ayetlerin anlamını ifade ediyordu. Demek ki, tevekkül, bilgi ve çalışma ile birlikte olmalıdır. Öğrenme ve çalışma zahmetine katlanmadan tevekkül etmek tembellikten başka bir şey değildir. Son bir söz olarak tevekkül kulun kulluk bilincinde olması ve yegâne vekîl olarak Allah’ı bilmesidir.
“Ya Rabbi! Beni bütün işlerimde seni vekîl bilen, mütevekkil bir kul eyle. Sadece nefsine güvenen ve ona dayanan kullarından eyleme.”
Kaynaklar
Gazzalî, el-Maksadü’l-esnâ fî şerhi esmâi’l-lahî’l-hüsnâ, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye. s. 99.
Isbahanî, el-Müfredât, İstanbul 1986, s. 834-835.
Fahreddîn er-Razî, Levâmiü’l-beyyinât Şerhu Esmâi’l-lâhi Teâlâ ve’s-sıfât, Kahire 1420/2000, s. 283-284.
Muhyiddin İbn Arabî, en-Nûru’l-Esnâ, Kahire 1398/1978, s. 8.
Ebü’l-Bekâ, el-Külliyât, Beyrut 1412/1992, s. 947.
Metin Yurdagür, Esmâ-i Hüsnâ, İstanbul 1996, s. 177-179.
Ahmed Abdulcevad, Ve Lillahi el-Esmaü’l-Hüsnâ, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 143-144.
[1] en-Nisâ 4/132.
[2] el-En’am 6/102.
[3] el-Maide 5/23.
[4] bk. Âl-i İmrân 3/173.
[5] en-Nisâ 4/81.
[6] eş-Şuara 26/3-4.
[7] ez-Zümer 39/41.
[8] Yûnus 10/108.
[9] Âl-i İmrân 3/159.
[10] Hûd 11/123.