Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi

Ömer Kaptan



Prof.Dr. Mehmet Şeker – “Anadolu’da bir arada yaşama tecrübesi

Selçuklu ve Osmanlı döneminde Müslümanların gayri Müslimlerle ilişkilerinin ele alındığı eser önemli hadiseleri ve değerlendirmeleri içermektedirb. Türklerin Anadoluya gelişlerini özetleyerek başlayan eser, canlı örneklerle Müslim-gayri Müslim ilişkilerini ele almaktadır.
Anadolu’ya Malazgirt zaferinden önce 10. Yy.’da ve 11. Yy.’ın başlarında gelmeye başlayan Müslüman Türkmenler, gayri Müslimlerle iletişim haline geçmişlerdi. Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu olan Süleyman Şah da iç ve orta Anadolu bölgesinde Türk boylarını sistematik bir şekilde iskân edip, yerleştirmişti. Kitabımızın onlarca örnekte göstereceği gibi, Anadolu’nun yerleşik ahalisinin çoğunluğunu oluşturan Hıristiyanlar bu tarihlerden itibaren hem Müslüman ahaliden hem de sultanlardan çok hoşnut kalacaklardır.

Kutalmışoğlu Süleyman’ın Antakya’yı 1084 yılında fethi, önce Bizanslılardan sonra da Filaretos’un zulümlerinden şikâyetçi olan şehrin Ermeni ve Süryani halkını çok memnun etmiştir. Zira Süleyman şah askerlerine ve tebaasına çok iyi muamele eder ve bu sebeple de halkı kendisine bağlardı. Antakya Hıristiyanlarının diğer komşu hükümdarları değil de onu davet etmeleri, adaletinin çok yaygın oluşunun sonucuydu. Süryani tarihçisi “Halkımız Süleyman’dan bir ferman alarak Antakya’da Meryem ve Saint George kilisesini inşa etmişlerdir” derken bizi Selçukluların kuruluşlarından itibaren izledikleri politika hakkında bilgilendirmektedir. (S.36)

Henüz Osmanlı beyliği kurulmadan evvel de Osman Gazi’nin babası Ertuğrul döneminde gayri Müslimlerle ilişkiler son derece olumludur:

“Ertuğrul devrinden beri Osman’ın aşireti yazın yaylaya çıkarken Bilecik tekfuruna yani Bilecik halkına eşyalarını emanet ederlerdi, yaylada bulundukları zaman zarfında eşyalarını Bilecikliler korurlardı. Bunun karşılığında da dönüşte peynir, halı, kilim ve kuzular armağan olarak Bileciklilere getirilirdi. Emanetlerini geri alırlardı.  (Aşık paşazade)” (S.95)

Osman Gazi döneminde de bu ilişkiler sıkıca devam etmiş ve gayri Müslimlerin hakkı adaletle gözetilmiştir. Şu örnek bize açık ipuçları verebilir:

“Bir gün Eskişehir pazarında şöyle bir hadise yaşanır. Bu pazara hem Germiyanlılar (Müslüman) hem de gayri Müslimler mal getirir, alış veriş yaparlardı. Bilecik’ten gelen bir gayrı Müslim, yaptığı bardak testilerden yüklemiş getirmiş. Germiyanlı’dan birisi bir bardak almış, parasını ödememiş. Bu gayri Müslim durumdan Osman Gazi’ye şikayette bulunmuş, Osman gazi de Germiyanlı’yı cezalandırarak, Bileciklinin hakkını alıvermiş. Hatta bunun üzerine “hiç kimse hiçbir zaman Bilecik kâfirlerini incitmeye” diye de kanun koymuştur. Bu sebepten olsa gerektir ki Bilecik kadınları bile bu pazara gelip alışveriş yaparlardı. Bunu Aşıkpaşazade şöyle dile getirir: “ta şuna değin vardı kim Bilecik kâfirlerinin avratları dahi Eskişehir’ün bazarında gelürler bazar ederler idiler idi emn-ü aman ile. Bu bilecüğün kafirleri dahı gayet itimad etmişler idi kim bu Türk bizüm ile eyü doğrılık eder derler idi”

Aynı şekilde Bursa ve İznik’in fethinde de gayri Müslimlerin bırakın malını mülkünü, çöplerine dahi dokunulmamış ve halk Osmanlı hoşgörüsüne hayran kalmıştır. Bu daha sonra İznik in fethine de yansımıştır:
Hisarun dahı halkını emn-ü aman etdiler. kimsenün bir çöbin aldurmadılar.” (Aşıkpaşazade)

Bu gayri Müslim köylüler vakıt olur idi kim Müslümanlar ile bile savaşa varurlar idi. İznik halkına şöyle söylerlerdi. Ey çaresizler gelin. Rahat olun ki biz rahat olduk.” Nitekim İznik halkı kendi istekleriyle teslim olduktan sonra pek azı İznik’i terk etti, çoğu İznik’te kaldı, hatta şehre girişinde Orhan gaziyi sanki kendi ölen hükümdarlarının yerine tahta oturan oğlu gibi karşıladılar. (Aşıkpaşazade) (S.103,104)

Osmanlının bu hoşgörüden yararlananlar sadece Hıristiyanlar değildi, bir de Yahudilerle diyaloglara bakalım:
“Türk hâkimiyetinde Museviler” adlı makalesinde İlyas Bey Bursa’ya Osmanlıların fethinden sonra hem daha önce Bursa’dan ayrılan Yahudilerin geri döndüklerini hem de Bizans’ın baskısından bunalan diğer Yahudilerin Bursa ya geldiklerini belirtmektedir. Zira Orhan Gazi yukarıda da işaret olunduğu gibi şehri şenlendirmek düşüncesiyle komşu devletlerdeki halka çağrıda bulunmuş, bu çağrıya uyanlar gün geçtikçe artmıştır. İşte bunlar arasında bulunan Yahudiler bir cemaat oluşturunca havraya ihtiyaçları olduğu için Orhan Gazi bir fermanla kendilerine bir havra yapma izni verdiğinden bu havra civarında aynı zamanda bir mahalle oluşturmuşlardır. (Bu günkü Arap Şükrü civarı, ve sokağın sonunda günümüze ulaşan sinagoglar)  (S.133)

Gayri Müslim unsurlardan Musevilerin toplum içinde çoğunlukla önemli ticaret merkezlerinde toplandıkları görülür. Dünyanın her yerinden kovulmuş olmalarına rağmen sadece Osmanlılar tarafından kabul gören Museviler, dünyanın hiçbir yerinde Osmanlılardan gördükleri himayeyi görmemişlerdir. Bu himayeyi anlatan bir Yahudi yazar şu ifadelerle himayenin boyutlarına dair de bir örnek vermiş olmaktadır. “Osmanlılar memleket dâhilinde Yahudileri Hıristiyan unsurlara karşı da himaye etmişlerdir. Eskiden beri Hıristiyanlar Yahudilerin hamursuz bayramlarında Hıristiyan kanı akıtıldığı kanaatiyle Yahudiler aleyhine ayaklanırlardı. Osmanlı hükümeti bu iftiranın aslı olmadığını ilan ederek aynı zamanda Yahudilere karşı ayaklanmalara izin vermeyerek, Yahudilerin de himayesi altına almıştır.” (Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler) (S.131)

Sultan 2. Bayezid döneminde (1492) İspanyadan kurtarılan Yahudiler için 1992 yılında yapılan şükran törenleri hala hatırımızdadır.

 

Fatih Sultan Mehmet’in de hem siyasi olarak hem de İslam kültür geleneğinin bir devamı olarak Hıristiyan (bilhassa Ortodoks) ahaliye son derece müsamahakâr davrandığı ve önemli imtiyazlarda bulunduğu malumdur. O, Müslümanlar için vakıf eserler yaptırdığı gibi, Hıristiyanlar için de kilise yaptırarak vakfettiğine dair şu ifade şehir halkının tüm ihtiyaçlarını yöneticilerin dikkate aldıklarına güzel bir örnek olsa gerektir: “Seyyidi Ali mahallesinde olan keniseyi vakf buyurup evkaf-ı şerifelerine ilhak buyurmuşlardır.” (S.124)

Fatih’in Fermanı

1461 yılında Fatih, Bursa’daki Ermeni piskoposu Hovakim’i İstanbul’a getirterek kendisini ermeni patriği olarak ilan etmiş, patrikliğin kurulmasının ardından ermeni nüfusu artmış hatta İstanbul dünyanın ermeni nüfusu en kalabalık bir şehri haline gelmiştir. 1857 yılında Amerika’da yayınlanan bir kitapta Osmanlıların bünyesindeki Ermenilerin durumu şöyle anlatılır:  Türkiye’de bankerler tüccarlar mekanikler hep ermeni idi. Ayrıca onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği mevcuttu. Çünkü menşe itibariyle aynı bölgeden oluşları dolayısıyla duyguları ve adetleri de aynileşmişti. Bu sebeple de kendilerini Türk lere rahatlıkla uydurmuş, emniyetlerini kazanarak reayanın en nüfuzlusu haline gelmişti ve hala da öyledir. Ermenilere bir biçimde borçlu olmayan bir tek paşa ve yüksek rütbeli memur bulunmazdı. En fakir köylü bile ektiği tohumun bedeli için onlara borçlanırdı. Öyle ki Osmanlı onlarsız bir tek gün yaşayamazdı. Bu öylesine aşikâr bir durumdu ki Türkiye’yi çökertmek isteyen Rusya bu toplumu kazanmaya çalışmıştır…” (S.154)

Dönemin “Millet-i Sadıka”sı Ermenileri bir kenara bırakarak yukarıda geçen Fatihin fermanıyla ilgili enteresan bir hadiseyi paylaşmak istiyorum. Tarihçi Hammer’in anlattığı bir habere göre Yavuz sultan Selim bir gün Hıristiyan halk içinde Bizans’ı ihya etme gayretlerine destek verenlerin artmış olduğunu öğrenince dünyayı fethetmenin mi, yoksa bütün milletlere Müslümanlığı kabul ettirmenin mi daha uygun ve doğru olacağını sorar. Hükümdarın bu sorusuna karşılık şeyhülislam Ali cemali efendi (Zembilli Ali) ikinci şıkkın daha uygun olacağını belirtir. Bunun üzerine sultan, topraklarında Hıristiyanlığın yasaklanmasını ve Müslüman olmak istemeyenlerin de idamını emreder. Beklemediği bu karar karşısında ali cemali efendi padişahın bu kararının isabetli olmadığını anlatmak üzere sadrazam Piri Mehmet paşa ile anlaşarak ve Rum patriği ile maiyeti de birlikte bulunduğu halde Edirne’de hükümdarın huzuruna çıkılması sağlanır. Patrik, Fatih sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinde Hıristiyanlığa serbestlik verildiğini ve hiçbir kimsenin zorla Müslüman edilmeyeceği taahhüdündü bulunulduğunu belirtir. Ancak bu müsaade ve taahhüdü havi fermanın bir yangında yanmış olduğu ifade edilir. Bunun üzerine durumun ispat edilmesi istenir. Nihayet fetihte hazır bulunmuş iki yaşlı yeniçerinin (yaşları kitabın başka bir bölümünde 117 ve 130 olarak geçiyor) şahitliğiyle Hıristiyanlara dinlerinin değiştirilmeyeceğine dair taahhüt verildiği anlaşılınca yavuz emrini geri alır. (S.161)

Gayri Müslimler çalışma hayatı

Son olarak da Kanuni Sultan Süleyman döneminden bir ayrıntıyla Müslim Gayri Müslim İlişkilerine dair örneklerimizi sonlandırmış olalım. Gayri Müslimler Osmanlı toplumunda, Her türlü iş dalında rahatlıkla çalışabiliyorlardı. Süleymaniye camiinin yapımında tespit edilmiş olan 3523 ustanın %50 sinden fazlası, 1810 u Hıristiyan ve 1713 ü Müslüman dı. Bu bilgi dahi gayri Müslim unsurların toplum içindeki konumunu, hem nüfus hem de nüfuz açısından göstermektedir. 1831 yılında yapılan nüfus sayımında Anadolu ve Rumeli de 8 milyon Müslüman yaşarken 4 milyon da Hıristiyan bululmakta olduğunu da son bir bilgi olarak paylaşalım.

  • PAYLAŞ