Prof. Dr. Yunus Vehbi YAUZ



BAŞKASININ KAFASI İLE DÜŞÜNMEK

Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ

Düşünmek; insanın beynini kullanma faaliyetidir. Dolayısıyla, düşünmek, insanlarla hayvanları birbirinden ayıran çok önemli bir özelliktir. Dünya ve ahiret hayatının temeli düşünmeye dayalıdır. Düşünmeyen bir insanın bitkiden farkı yoktur. İnsanı olgunlaştıran, ona güç kazandıran, onu eşya ve hadiselere hâkim kılan unsurların başında düşünmek gelir. Özetle insanı insan yapan, toplumu toplum kılan düşünmektir, diyebiliriz.

   Kanaatimizce düşünmek ikiye ayrılır. Biri kendi kafası ile düşünmek, diğeri başkasının kafası ile düşünmektir. Kendi kafası ile düşünmek esas itibarıyla düşünmektir. Çünkü insan kimliğini ancak kendi düşüncesi ile kazanır, kendi düşünme mekanizmasını harekete geçirmekle ancak düşünsel bir üretim gerçekleştirebilir. Kalkınmak isteyen toplumlar da arzu ettikleri düzeye ancak bu tür düşünmekle ulaşabilirler.

İkincisi başkasının kafası ile düşünmektir. Başkasının kafası ile düşünmek aslında hiç düşünmemek, daha başka bir ifade ile kafayı tatile çıkarmak yahut beyin makinesini başkasına kiralamaktır. Düşünmenin bu türü bizim toplumumuzda ve İslam dünyasında en  yaygın olanıdır. Başkasının kafası ile düşünmeyi de iki kısma ayırmak gerekir:

   Birincisi, yaşayan başkasının kafası ile düşünmek, ikincisi ölmüş başkasının kafası ile düşünmektir. Yaşayan başkasının kafası ile düşünmek, başkasının kafası ile düşünmenin zararlı olmak bakımından en hafif olanıdır. Çünkü yaşayan bir başkasının, olaylar karşısında düşüncesini değiştirme ihtimali vardır. Dolayısıyla yaşayan başkasının kafası ile düşünenlerin bazen doğrulara ulaşma şansıları vardır.  Bu şans yaşayan o başkasının düşünme kapasitesine bağlıdır. Eğer bu kişi de bir başkasının kafası ile düşünüyorsa o takdirde ikisi arasında herhangi bir fark yoktur.

   Yaşayan başkasının kafası ile düşünmek de ikiye ayrılır. Biri yaşayan dünya ehli başkasının kafası ile düşünmek, diğeri yaşayan din ehli başkasının kafası ile düşünmektir. Yaşayan dünya ehli başkasının kafası ile düşünmek de ikiye ayrılır. Biri yaşayan devlet adamı başkasının kafası ile düşünmek, diğeri yaşan sivil başkasının kafası ile düşünmektir. Bunlar içinde en zararlısı yaşayan devlet adamı başkasının kafası ile düşünmektir. Çünkü devlet adamları ile siyaset adamlarının her ne kadar olaylar karşısında görüş ve düşüncelerini değiştirme ihtimali varsa da, taassup ehli olan devlet ve siyaset adamlarının ellerinde devlet gücü bulunduğu için, bu güce dayanarak kendi düşüncelerini tekelleştirme ihtimali çok kuvvetlidir. İslam dünyasında yaşayan devlet ve siyaset adamlarını buna örnek verebiliriz.

   Yaşayan sivil başkasının kafası ile düşünmek de tehlikeli olmakla birlikte, bu kişilerin elinde devlet gücünü kullanma şansı bulunmadığı için, birincilere göre zararları ehven sayılabilir. Yaşayan dini cemaat ve tarikat liderleri ile çeşitli kulüp ve locaları yöneten kişileri buna örnek olarak zikredebiliriz. Eğer bu liderlerin kendilerine mahsus bir görüşleri varsa, hayatın akışı içinde bu görüşlerini değiştirmeleri diğerlerine göre daha kolay olabilir. Başlangıcında İmam-Hatip okullarına karşı oldukları halde, belli bir süre sonra İmam-Hatiplere sahip çıkan din ve dünya ehli yaşayan bazı liderleri ve meslek adamlarını buna örnek verebiliriz.

   Başkasının kafası ile düşünmenin ikincisi, ölmüş başkasının kafası ile düşünmektir. Ölmüş başkasının kafası ile düşünmek, düşünmenin en tehlikelisidir. Çünkü ölmüş başkaları, hayatta iken düşüncelerini kendi toplumlarının olaylarına göre ortaya koymuşlardır. Öldükten sonra ortaya çıkan olayları görüp görüşlerini buna göre değiştirme ihtimalleri asla yoktur. Dolayısıyla, büyük bir felaketle karşılaşmadıkça, ölmüş başkasının kafası ile düşünenlerin olaylar karşısında değişme ve doğru olan görüşü bulma şansları hiç yoktur.

   Ölmüş başkalarının kafası ile düşünmek de ikiye ayrılır.  Biri ölmüş dünya ehli başkasının kafası ile düşünmek, diğeri ölmüş din ehli başkasının kafası ile düşünmektir.

   Ölmüş dünya ehli başkasının kafası ile düşünmek de iki türlüdür. Biri ölmüş devlet ve siyaset adamı başkasının kafası ile düşünmek, diğeri ölmüş dünya ehli sivil başkasının kafası ile düşünmektir. Ölmüş devlet ve siyaset adamlarının kafası ile düşünmek, ölmüş başkasının kafası ile düşünmenin en tehlikeli ve zararlı olanıdır. Çünkü ölmüş devlet adamlarının halk üzerinde büyük bir etkisi bulunabilir. Dolayısıyla, onun düşüncelerinin daha seri bir şekilde tekelleşmesi söz konusu olur. Bu sebeple ölmüş devlet adamlarının kafası ile düşünmek, düşünmenin önündeki en büyük duvarı teşkil eder. Bu şekilde düşünen insanların da doğruları bulma ve hayatın akışı içinde görüşlerini değiştirme şansları hiç yoktur. Bunların düşündükleri şeyler devlet kanalı ile kemikleşmiş olduğu için adeta dinin bir nassı yerine geçer, ona nas ölçüsünde bağlanma ve savunma sonucuna götürür. Çoğu kez, insanlara şiddet, baskı ve işkence yapma sonucunu da doğurur. Dolayısıyla bir toplumun geri kalmasında çok büyük bir rol oynar. Bu sebeple diyebiliriz ki, ölmüş devlet adamı başkasının kafası ile düşünmek başkasının kafası ile düşünmenin en tehlikelisi olup gerçek anlamda bir gericiliktir.

   Ölmüş dünya ehli sivil başkasının kafası ile düşünmek de tehlikeli olup, dünya işlerinde yenilenmeye engel olan unsurların derece bakımından ikincisini teşkil eder. İslam dünyasının bugünkü görünümü bu gibi örneklerle doludur.

   Ölmüş din ehli başkasının kafası ile düşünmek, başkasının kafası ile düşünmenin en tehlikeli olan türlerinden biridir. Çünkü ölmüş bir dini liderin, ölmüş bir ilim adamının kafası ile düşünmek, düşünmemeyi kutsallaştırmaktır. Dinin de etkisi ile âlimlere ve zahitlere kutsallık, yanılmazlık gibi sıfatlar takılarak hem dünya hayatının hem de dini hayatın düşünce bakımından donuklaşmasına, zamanla yoksullaşmasına neden olur. Bugünkü haliyle Ehl-i Sünnet dünyası ölmüş başkasının kafası ile düşünmenin tipik bir örneğini teşkil etmektedir.

Başkasının kafası ile düşünmekten kastımız, hiç sorgulamaksızın başkalarının düşüncelerine nas/kutsal hüküm gibi sarılmak ve onların yanılmaz olduklarını düşünmektir. Kur’an ve Sünnet ilkeleri buna şiddetle karşı çıkmaktadır.

Düşünmemenin tehlikesini şöyle tasvir etmemiz de mümkündür. İnsan beyni dıştan gelen etkilere açıktır. Yaşayabilmek için insanın buna ihtiyacı olduğunu ifade etmeliyiz. Ancak, bunun ölçüsü bir alış-veriş çerçevesinde olmalıdır. İnsan beynine dışarıdan konulan düşünceler tabiatıyla misafir düşüncelerdir. Misafire ikram edilmeli, onun gönlü hoş edilmelidir. Fakat misafir asla ev sahibi yerine konulmamalıdır. Çünkü misafir geçicidir, evde kalacak olan ancak ev sahibidir. Ev sahibi eğer hâkimiyeti kaybedip de misafir düşünceler yerli düşünceye hâkim olursa, o takdirde misafir ile ev sahibi yer değiştirmiş olur. Bundan sonra ev sahibi zorla dışarıya çıkartılır, onun yerine misafir hüküm sürer. Dolayısıyla böyle bir beyinde kimlik sorunu doğar; ev sahibi kısa zamanda bocalayarak değişmeye başlar. Böyle insanların beyni, işgale uğramış bir mekân durumuna dönüşerek onun üzerinde sürekli bir şekilde yabancıların hâkimiyeti söz konusu olur. Bu bakımdan, misafir düşüncelere ikram etmek, onlara saygı göstermek ile onları ev sahibi yapmak arasındaki farkı mutlaka dikkate almalı ve kendimizi temsil edecek düşünceleri kendimiz üretmeli, bu düşünceleri misafir kimselere de ikram edebilmeliyiz. Aksi takdirde insanların beyni, işgale uğramış bir ülkeden farksız olur. Böyle beyinlerden üretim, gelişme ve kurtuluş beklemek hayalden öteye geçmez. Biz, biz olalım beynimize sahip çıkalım, onu başkalarına hibe etmeyelim.

Yüce Kitap Kur’an bizi kimliğimize kavuşturacak olan düşünceleri elde etmenin yollarını göstermiş, aklın önündeki bütün engelleri kaldırmış, toplumun kurtuluşu için gerekli olan fikri zemini hazırlamıştır. Bu sebeple ilk Müslümanlar bizzat kendi kafaları ile düşünmüşler, bu sayede hayata hâkim olmuşlar ve üstün bir medeniyet kurmuşlardı. Bugün İslam dünyasında görünen manzara, her yönden başkasının kafası ile düşünmekten ibarettir.  Kafalar bu dünyada adeta işgale uğramış, özellikle ölmüş başkasının kafası ile düşünmeyi yeğlemektedir. Bu durum İslam dünyasının fikren ölmüş olduğunun delilidir. Diriliş, Müslümanların kendi kafası ile düşünmeye başladığı noktadan itibaren başlayacaktır.

İlk İslam âlimleri, Müslümanlara öz kafaları ile düşünmeyi tavsiye etmelerine ve başkalarının kendi kafaları ile düşünmesini yasaklamalarına rağmen, rahatlığı seven sonraki Müslümanlar bu ilklerin tam tersini alarak başkalarının kafası ile düşünmeyi yeğlediler, sefa sürdüler ve düşünce mirasını çok hızlı bir şekilde tükettiler. Bu durum İslam düşüncesinin donmasına, fukaralaşmasına ve hayat ile İslam arasındaki bağların kopmasına neden olmuştur. Bu sonucu Müslüman âlem için çok tehlikeli bir durum olarak değerlendiriyoruz. Ölmüş dini şahsiyetlerin kafası ile düşünen ve bunu kutsallaştıranların, ne hayatın felsefesini ne de dinin gerçeğini anlamaları mümkün değildir. Bu mümkün olmadığı gibi, hayatın akışı içinde ihtiyaçlara cevap verecek ölçüleri bulmaları ve kendi yaşantılarını hatalardan koruma ihtimalleri de yoktur. Dolayısıyla böyle bir toplumda gelişme ve değişmeden söz edilemez. Geri kalış ve çöküş bu gibi toplumlar için kaçınılmazdır.

   O halde İslam dünyasının kurtuluş reçetesi kendi kafası ile düşünmek, buna karşılık kim olursa olsun, başkasının kafası ile düşünmeye karşı cihad ilan etmektir.  Kendi kafası ile düşünüp kendi bedeni ile çalışarak gelişme ve değişmeyi hızlı bir şekilde sağlamak bütün Müslümanların boynunun borcudur.

   Kendi kafası ile düşünmemek, insanları başkasının gözü ile bakma, başkasının kulağı ile işitme, başkasının dili ile konuşma, başkasının kalbi ile sevmeye sevk ederek hem bedenin hem de manevi değerlerin başkalarına kiralanması sonucunu doğurur.

   Kendi beynimizi kullanalım, kendimiz çalışalım, kalkınalım, kurtulalım. Kurtuluşu başkalarında aramayalım. Ey Müslüman! Kendi problemlerinin çözümünde tek çare sensin. Senden başka çareler araman boşunadır. Bilesin ki senin beynin sana yeter. Yeter ki, onu kullanmasını bil. Bil de kurtul.

  • PAYLAŞ