Prof.Dr. Adem APAK
ÖZET
Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi semavî dinler, kutsal metinlerinde sosyal ilişkilere dair pek çok hüküm vaz’etmişlerdir. Toplumsal hayatta başta gelen en küçük sosyal birim ise ailedir. Bu sebeple kutsal kitaplarda bu hususta bazen şaşılacak derecede ayrıntılara inen esaslar getirilmiştir. Zira dinlerin en önemli ortak hedeflerinden biri de neslin korunmasıdır.
Son din İslâm’ın mübelliği olan Hz. Peygamber (sav), Kur’an-ı Kerîm’de bütün inananlar için en güzel örnek olarak gösterilmiştir. Zira o, bir peygamber olmasının yanı sıra şahsında beşer hususiyetlerini de taşıdığı için ortalama insanların yaşadıkları bir hayat sürmüştür. Dolayısıyla kendisine inananların hayatın pek çok yönünde Allah Rasûlü’nü (sav) kendilerine model şahsiyet kabul etmeleri mümkündür. Kaldı ki, müminler olarak bu onların aynı zamanda dinî görevleridir de.
Hz. Peygamber’in (sav) bizler için örnek olduğu sosyal alanlarından birisi de şüphesiz ailedir. Çünkü o, bir eş, bir baba ve bir dede olarak hayatının tamamını bir aile içinde yaşamış ve aile hayatının bütün evrelerinde insanlığın ulaşamayacağı zirve örnek davranışlar sergilemiştir. Onun eşleriyle, çocuklarıyla, torunlarıyla ve hatta evlatlıklarıyla ilişkileri mümtaz davranış modellerini teşkil etmiştir. Müslümanların öncelikli görevi ise, kendilerine örnek olarak gönderilen Elçi’nin (sav) bu ilişki biçimi ve davranışlarını en doğru şekliyle öğrenmek, ardından da bunları kendi hayatlarında en iyi şekilde gerçekleştirmeye çalışmaktır. Şüphesiz hiçbir Müslümandan onun davranışlarını aynıyla hayata geçirmesi beklenemez. Ancak her inanan kişinin onu örnek almak suretiyle kendi davranışlarını bu doğrultuda düzenlemesi mümkündür. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Allah Rasûlü’nün (sav) aile içi ilişkilerdeki örnekliği sadece Müslümanlarla da sınırlı değildir. Başka din mensuplarının da onun örnekliğinden alacağı pek çok dersler vardır. Unutulmamalıdır ki, onun getirdiği mesajların ön önemli özelliği evrensel olmasıdır ve o, belli topluluklara veya inanç mensuplarına değil, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
GİRİŞ
Semavî dinleri teşkil eden Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet aile ile ilgili konulara büyük ehemmiyet vermiş, hatta bu hususta bazen şaşılacak kadar ayrıntılara inen esaslar ortaya koymuştur. Çünkü semavî dinlerin ana prensiplerinden biri ancak sağlam aile ile ulaşılabilecek olan neslin korunmasıdır. Dolayısıyla önemine binaen bu dinlerin kutsal kitaplarında evlenme, karı-koca-çocuk-akraba ilişkileri, boşanma, nafaka vs. konulara geniş bir şekilde yer ayrılmıştır.
Âlemde bütün canlı varlıklar gibi insan da çift olarak yaratılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa muhtelif sûrelerde işaret edilir: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık”[1]. “Sizi bir tek nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden, Allah’dır”.[2] “İyi kadınlar gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korumasını emrettiğini, kocaları bulunmadığı zaman da koruyanlardır”.[3] Benzer şekilde Hadis kaynaklarında da Allah Rasûlü’nden (sav) evliliği teşvik edici pek çok rivayet aktarılmıştır: “Dört şey Peygamber’in sünnetindendir: Haya, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek”.[4] “Şüphe yok ki kadınla ya dîni, ya malı veya güzelliği için evlenilir; sen dindar kadından şaşma”.[5] “Kimin evlenme külfetine gücü yeterse, evlensin. Zira (evlenme), gözü haramdan son derece meneder. İffeti de o nispette muhafaza eyler”[6]. “Nikâha rağbet ediniz, çoğalınız. Zira ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim”.[7] “Gençler! Evlilik külfetlerinin altından kalkabileceğine güvenenleriniz evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve cinsel arzuları zinadan korur. Aksi halde (zinadan korunmak için) oruç tutunuz”.[8] “Ben hem namaz kılar, hem uyurum. Bazen nafile oruç tutar, hem tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Kim ki, benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir”.[9] Allah Rasûlü (sav) ayrıca yüzüne baktığı zaman içini mutlulukla dolduracak bir eşe sahip olmayı, erkek için dünyada kavuşabilecekleri en değerli nimetlerden biri saymıştır.[10]
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlü’ünü (sav) her hususta inananlara örnek olarak sunmaktadır. “Allah’ın Rasûlü’nde sizler için gerçekten de (takip edilmeye değer) güzel bir örnek vardır”.[11] Gerçekten de insanlar pek çok sahada iyi örneğe muhtaç olduğu gibi aile hayatında da buna muhtaçtır. Çünkü ferdî hayat ve cemiyet hayatı tamamen aileye bağlıdır. Hz. Peygamber (sav) bizzat yaşadığı hayatla bizlere en iyi aile örneği sunmuştur. Ashâbı bu hayata şahit olmuş, kendisi de yaşamaya çalışmış ve bütün mükemmelliği ile sonraki nesillere intikal ettirmiştir.
Allah Rasûlü (sav) hiçbir şekilde insanların tamamen zühd ve takvaya dönük, cemiyet dışı ve insanî ilişkilerden uzak bir hayat sürmelerini istememiştir. Aksine vasat insan için nasıl bir yaşayış gerekiyorsa onu yaşamış, tavsiye etmiş ve belli bir denge içinde kadın-erkek her iki cinse evli, lakin kesinlikle zina, fuhuş gibi gayr-i meşru ilişkilerden uzak bir aile hayatı sürmelerini istemiş, bu konuda kendisi bizler için örnek tavır ve davranışlar sergilemiştir.
A. AİLE REİSİ OLARAK HZ. PEYGAMBER (SAV)
Aile, anne-baba ve çocuklardan meydana gelen toplumun en küçük birimini teşkil eder. Ailenin âhenk ve huzuru, ancak aileyi meydana getiren fertler arasındaki karşılıklı saygı ve sevgiye, bunun yanında karşılıklı olarak hak ve vazifelerin bilinmesine ve yerine getirilmesine bağlıdır. Buna göre ailede erkeğin öncelikli vazifesi yuvasını korumak, maddî ihtiyaçlarını (gıda, yiyecek, mesken ve tedavi) karşılamak, çocuklarının ev dışındaki himâye, tâlim ve terbiyelerini üstlenmektir. Kadının ailesine karşı en önemli vazifesi ise hayatı ve ailenin sorumluluğunu eşiyle paylaşmak, eşiyle birlikte çocuklarını en iyi şekilde eğitmektir.
Hz. Peygamber’in (sav) aile hayatı, 25 yaşlarında iken kendisinden on beş yaş büyük dul bir hanım olan Hatîce bint Huveylid’le (rah) evlilikle başladı. Allah Rasûlü (sav) biri hariç çocuklarının tamamının annesi olan Hz. Hatice (rah) ile yaklaşık 25 yıl evli kaldı ve mesûd bir aile hayatı yaşadı. O, çok evliliğin yaygın ve prestij alameti olarak görüldüğü Mekke Arap toplumunda ilk hanımı vefat edinceye kadar ikinci bir evlilik düşünmemiştir. Onun hayatının en sıkıntılı dönemi Hz. Hatice (rah) ile olan beraberlik yıllarına tesadüf eder. Rasûlullah’ın (sav), kavmi tarafından reddedildiği, işkence ve hakaretlere maruz kaldığı Mekke döneminde eşi Hz. Hatice’nin (rah) maddî ve manevî desteğine sahip olmuş, en büyük teselliyi onula kurduğu huzurlu aile yuvasında bulmuştur. Hz. Hatîce (rah) hicretten üç yıl önce, nübüvvetin onuncu yılında vefat etmiştir. Rasûlullah (sav) peygamberliğinin onuncu yılında Ramazan ayında, daha Medine’ye hicret etmezden önce Mekke’de iken ikinci eşi Sevde bint. Zemea ile evlenmiştir. Medine’ye hicretten sonra ise Hz. Peygamber (sav) diğer hanımlarıyla evlilikler gerçekleştirmiştir.
Hz. Peygamber’in (sav) çok kadınla evliliği Medine döneminde başlar. Bu süreçte Rasûlullah’ın (sav) şahsında iki yönü ortaya çıkar ki, bunlardan biri siyâsî şahsiyet (yönetim sorumluluğu), diğeri de teşriî şahsiyettir. (dinin hükümlerinin ve vahyin açıklanması).Bu sebeple onun Medine dönemindeki bütün uygulama ve faaliyetlerini bu iki fonksiyonunu dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla onun evliliklerinde de hem devlet başkanı, hem de dinî vazifelerinin belirleyici rol oynadığı söylenebilir. Gerçekten de Allah Rasûlü’nün (sav) yapmış olduğu izdivaçların bir kısmında siyasî, bir kısmında psikolojik, başka kısmında ise teşriî yön ağır basar. Sözgelimi, Hayber’in Müslümanlar tarafından fethinden sonra Nadîr Yahudileri liderinin kızı, aynı zamanda Hayber Yahudî liderlerinden birinin eşi olun Hz. Safiyye (rah) ile evlilik, Müslümanların Yahudilerle münâsebetlerini düzeltmeye yönelik atılmış bir adımdır.[12] Aynı şekilde onun Müreysi gazvesinden sonra Mustalikoğulları kabilesinin reisinin kızı olan Cüveyriye (rah) ile olan evliliği adı geçen kabilenin tamamının Müslüman olmasıyla neticelenmiştir.[13] Allah Rasûlü’nün (sav) Habeşistan’a hicret ettikten sonra kocasının ölümüyle dul kalan Ümmü Habibe (rah) ile evlenmesi[14], onun babası Mekke reisi Ebû Süfyan ile Medineli Müslümanlar arasındaki düşmanlık hissiyatını büyük orandan azaltmış ve gelecekte Mekke-Medine birlikteliğinin temini için önemli bir adım atılmıştır.[15] Yine Allah Rasûlü’nün (sav) Hz. Ebû Bekir’in (ra) kızı Hz. Âişe (rah)[16] ile Hz. Ömer’in (ra) Hz. Hafsa (rah)[17] ile evlilikleri ise onun İslâm büyükleriyle yakınlığını daha anlamlı hale getirmiştir.
Allah Rasûlü’nün (sav) evliliklerinde teşriî yön de mühimdir.Öyle ki, onun aile içi hayatıyla ilgili sünneti, sadece hanımları vasıtasıyla gelmiştir. Değişik yaşta, huyda, mizaçta, farklı kabiliyet ve kültüre sahip, muhtelif kabile menşeli kadınların bir araya gelmesi çok farklı ailevî hadiselerin doğmasına sebep olmuş, bu sayede aile konusunda çok zengin bir sünnet hazinesi ortaya çıkmış, daha sonra bu tecrübe birikimi halindeki sünnet müminlerin anneleri tarafından Müslümanlara intikal ettirilmiştir. Bilhassa onun en genç eşi Hz. Âişe bilhassa aile hayatıyla ilgili pek çok peygamber hadisi ve uygulamasının Müslümanlara ulaştırılmasında büyük rol oynamıştır.[18]
Nafaka Temini
Nafaka temini aile reisinin en önemli görevi kabul edilir. Bu sadece İslamî öğretide değil, tarih boyunca şahit olunan bütün geleneksel aile formlarında böyledir. Ancak İslâm bu faaliyeti zorunlu bir geçim vazifesi olarak değil, dinin tavsiye ettiği ve sevap kazanmaya vesile olan bir ibadet olarak telakki etmiştir. Bu hususta Allah Rasûlü’nün (sav) hadis-i şerifleri açıklayıcı mahiyettedir: “Erkeğin hanımına yedirdiği yemek bile sadakadır”.[19] “Kıyamet günü kişinin mizanına konacak ilk şey, ailesinin nafakası için harcadıklarıdır”.[20] Giyecek hususunda da benzer şeyler söylenebilir. Bu konuda imkânlar ölçüsünde rahatlık temin edilmelidir. Hattâ kadınlara bilhassa giyim ve süs eşyalarında cömert davranılması icab eder.
Nafakanın mühim bir bölümünü teşkil eden meskene gelince, Hz. Peygamber (sav) her hanımı için müstakil bir evi esas almıştır. Nitekim Medine’ye hicret edince, yedi ay kadar Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (ra) evinin alt katında ikamet etmiş ise de Mescîd-i Nebî’nininşaatının tamamlanmasıyla birlikte avluda tanzim edilen müstakil hücrelere taşınmıştır.[21]
Değer Verme
Hz. Peygamber (sav) aile fertlerinin tamamına ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarla onları memnun ve ruhen tatmin etmeye ehemmiyet vermiştir. Bu doğrultuda hanımlarından her biriyle alâkalı pek çok rivayet gelmiş olup bilhassa Hz. Hatice (ra) ve Hz. Âişe (ra) ile ilgili olanlar daha çoktur.[22] Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, yolculuk öncesinde hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve bu esnada onları dizine bastırarak bindirmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Rasûlullah’ın (sav) pek çok davranışı hanımlarını memnun kılmaya yöneliktir.
Hanımlara Hayırlı Olmak
Hz. Peygamber’in (sav), aile reisi olarak mümtaz vasıflarından biri de, hanımlarına karşı davranışta nezâket ve iyiliği esas almış olmasıdır. “En hayırlınız, ehline karşı hayırlı olandır”buyurur.[23] Ayrıca, Allah’ın kadınlara iyi davranmamızı emrettiğini, onları Allah’ın bize teslim ettiği emanetler bilmemiz gerektiğini, kadınların, annelerimiz, kızlarımız ve teyzelerimiz olduğunu ısrarla ifade etmiştir.[24]
Kadına karşı hayırlı olmanın ölçülerinden biri de onların hataları karşısında alınan tutumdur. Allah Rasûlü (sav) bu hususu “Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir”[25] ifadesiyle veciz bir şekilde ortaya koymuştur.Bu hususta esas olan tavır nezâket ve sabırdır. Hz. Peygamber (sav) bu noktada takınılacak tutumu, onların fıtrî durumlarına dikkat çekerek tespit etmiştir. Zira kadın, erkekten daha hassas, daha ince bir mizaca sahiptir, onun hemen incinme ve kırılma hususiyeti vardır. Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) ashabına kadınlarıyla ilgili çok hassasiyet göstermelerini istemiş[26], sık sık onlara “Kadınlarınızı nasıl köle -veya hayvan- döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan, beraberce yatıyorsunuz?” ikazında bulunmuştur.[27] Ashâbdan bazılarının kadınlarla ilgili olarak bu tür yasaklamaların kadınların şımarıp fesadı artırdıklarını söyledikten sonra onların dövme izni istemelerine şu cevabı vermiştir: “Bilin ki kadınını ancak şerlileriniz döver”.[28] Rasûlüllah (sav) başka bir defa ashâbına “Bir mü’min erkek, bir mü’min kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir” buyurmuştur.[29]
B. BABA OLARAK HZ. PEYGAMBER (SAV)
Rasûlullah (sav) erkek-kız, birçok çocuk sahibi bir aile reisidir. Bu çocuklar içinde Mâriye’den doğan İbrahim hariç, hepsi Hz. Hatice’den (rah) dünyaya gelmiştir. Bunlar Kasım, Tâhir, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, ve Fâtıma’dır. Hz. Peygamber (sav) burada adı geçen çocuklarıyla birlikte evinde yaşayan hizmetçi ve azatlı kölelerin çocuklarının eğitimiyle de doğrudan ilgilenmiş, daha doğrusu onları kendi çocuk ve torunlarından ayırmamıştır. Gerçekten de Rasûlüllah’ın (sav) on yıl hizmetinde bulunan Enes b. Mâlik (ra), (Allah elçisinin sevgilisi) unvanı olan Üsâme (ra), onun babası Zeyd b. Hârise (ra), ondan oğlu İbrahim veya torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den farklı muamele görmemişlerdir.
Hz. Peygamber (sav) yeni doğan çocukları için duada bulunur, kulaklarına ezan ve ikâmet okur, ardından da isim koyardı. Daha sonra erkek çocuklarını ilk yedi gün içinde sünnet ettirir, ayrıca başlarındaki ilk saçları traş edip ağırlığınca tasaddukta bulunur, nihayet onlar için akîka kurbanı keserdi.[30]Doğum haberiyle sevincini açığa vururdu. Rivayetlere göre oğlu İbrahim’in doğum haberini getiren Ebû Râfi’ye bir köle hediye etmiştir. Rasûlüllah (sav) çocukları dünyaya geldiğin ayrıca dostlarına ziyafet de vermiştir. [31]
Sevgi
Hz. Peygamber’in (sav) çocuklara karşı tavrında en dikkat çekici yönlerden biri, onlara karşı gösterdiği sevgisidir. O, Çocukları “cennet kokusu”, “gözümün nuru ” diye tarif ederdi. Nitekim torunları Hasan ve Hüseyin’i her karşılaşmasında sevmiş öpmüştür. Doğumundan kısa süre sonra bir sütanneye verilen oğlu İbrahim’i sık sık görmeye gittiği, varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü, kokladığı rivayet edilir.[32] Ayrıca kız torunu Ümâme’yi omzunda taşıyan Hz. Peygamber (sav) onu sırtından indirmeden namaz kılmış, rükû ve secdeye gittikçe yere bırakmış, kıyama kalkarken ise tekrar omzuna almıştır. Aynı şekilde namazda, secde sırasında sırtına binen torunları kendiliğinden ininceye kadar secdeyi uzatmış, rükû sıralarında onlar bacaklarının arasından da geçmek isteyince ayaklarını aralamış, gerek namaz esnasında, gerekse daha sonra bu hususta çocuğa hiçbir müdâhalede bulunmamıştır.[33]
Hz. Peygamberin (sav) çocuklarına sınırsız şefkat ve sevgisinin bir başka tezahürü, onların vefatları sırasında kendisinde görülen üzüntü halidir. Oğlu İbrahim’in vefatı üzerine gözyaşı dökerken dilinden şu sözcükler dökülmüştür: “Göz ağlar, kalb üzülür, fakat biz Allah’ın rızasına uymayan söz sarfetmeyiz. Vallahi ey İbrahim, ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz”.[34]
Allah Rasûlü (sav) çocukların ağlamasına hiç tahammül edemezdi. Pek çok rivayette onun gözyaşı döken çocuklara olağanüstü ilgi gösterdiğine işaret eder. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle dile getirmiştir: “Vallahi, ben namazda iken çocuk ağlaması işitince, annesinin namazını fesada vereceğinden korkarım”. Nitekim bir sabah namazında ilk rekâtta 60 âyetlik kıratta bulunan Rasûlüllah (sav) kulağına çocuk ağlaması gelmesi üzerine, ikinci rekatı en kısa bir sure ile tamamlamıştır.[35]
Ahlâk Eğitimi
Çocukları konuşmayı öğrendikleri andan itibaren ilk öğretilecek şeyin Lâilâhe illallaholmasını da emreden Hz. Peygamber (sav), akıl ve muhakemeye dönük eğitimin temyiz yaşından itibaren başlatılmasını istemiştir. Alimler ortalama olarak çocuk için 6-7 yaşların temyiz çağı olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) yedi yaşına gelen çocuğa namazın emredilmesini istemiştir.[36]
Allah Rasûlü (sav), terbiyesinde olan çocuklara karşı davranışlarını sevgi ve müsamaha üzerine bina etmiştir. O çocukların vaki hatalarını tashihte azar, tenkit, tahkir, surat ekşitme gibi yollara başvurmamıştır. Enes b. Mâlik’ten bu konuda yapılan muhtelif rivayetleri şöyle birleştirmek mümkün: “Hazarda ve seferde on yıl Rasulüllah’a (sav) hizmet ettim. Yaptığım işler, her seferinde onun istediği şekilde gerçekleşmedi. Buna rağmen bana bir kerecik olsun ne vurdu, ne kötü söyledi, ne azarladı, ne surat yaptı, ne de ayıpladı. Bir kere olsun “of” dahi demedi. Yaptıklarımdan hoşuna gitmeyen için “Ne fena yaptın” demedi. Yaptığım bir şey için: “Bunu niye böyle yaptın?”, yapmadığım bir emri için de: “Onu niye yapmadın!” diye hesaba çekmedi. Hanımlarından biri “Keşke şöyle yapsaydın!” diye müdâhale edecek olsa “Bırakın çocuğu, o Allah’ın murad ettiği şeyi yapmıştır”derdi.[37]
Çocuklar Arasında Adalet
Hz. Peygamber (sav) zahire akseden her hususta çocuklar arasında eşit davranmayı emrederdi. Çocuklar arasında mutlaka bir ayrım yapılacaksa bunun kızlar lehine olmasını tavsiye etmiştir. “Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım” buyurur.[38] Günümüzde buna pozitif ayrımcılık denilmektedir. Kız çocuklarının ikinci sınıf muamele gördüğü ve horlandığı bir ortamda bu sözler ezber bozan ve çok anlamlı sözlerdir. Allah Rasûlü’nün (sav) bilhassa giyim-kuşam süslenme hususunda kızlara ayrı bir itina gösterdiği anlaşılmaktadır.
Evlendirme
Hz. Peygamber (sav) ailesine mensup kimselerin evlenip yuva kurmalarıyla yakından ilgilenmiştir. Bu hususta yapılması gereken iş ve teşebbüsleri gerçekleştirmiştir. O ailesinden kabul ettiği azatlısı Ebû Râfi’yi diğer azatlılarından Selmâ ile yine Ümmü Eymen’i azadlısı Zeyd b. Hârise ile evlendirmiştir.[39] Aynı şekilde Zeyd’in, yakın akrabası Hz. Zeyneb bint. Cahş’la evlenmesini teşvik etmiştir. [40]
Rasûlüllah (sav) kızlarından birini evlendireceği zaman, yüz yüze olmaksızın -perde gerisinden- “Kızım seni falanca istiyor, istemiyorsan hayır de. İstiyorsan sükût et. Sükûtun ikrardır” diye hitâb etmiş, evlilik hususunda kızlarının görüşünü almadan onları nikâhlamamıştır. Nitekim Hz. Ali (ra) Hz. Fâtıma’yla (rah) evlenmek istediğini bildirince Rasûlüllah (sav) durumu kızına iletmiş, Fâtıma’nın (rah) sükûtu üzerine onu Hz. Ali ile evlendirmiştir.[41]
C. DEDE OLARAK HZ. PEYGAMBER (SAV)
Hz. Peygamber’in (sav) bütün çocuklara karşı gösterdiği emsalsiz sevgi, şefkat ve merhameti özellikle onun kendi torunları ile ilgili haberlerde bulmamız mümkündür. Onun en büyük kızı Zeyneb (rah), Ebu’l-As (ra) ile evlenmiş ve ondan iki çocuğu olmuştur ki, bunlar Ali ve Ümâme’dir. Ali’nin küçük yaşta öldüğü anlaşılıyor. Ümâme (rah) ise önce Hz. Ali (ra) ile, ondan sonra da Muğire b. Nevfel (ra) ile evlenmişti. Bir rivayete göre onun Muğire’den (ra) Yahya isimli bir çocuğu olmuştur.
Hz. Peygamber’in (sav) nesli çocuklarından sadece Hz. Fâtıma’dan (rah), onun da, oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’den devam etmiştir. Allah Rasûlü’nün (sav) torunu Hz. Hasan’dan gelen nesline “şerif”, Hz. Hüseyin’den gelen nesline “seyyid” denmiş ve tarih boyunca bu soylar bütün Müslümanların saygı ve sevgilerine mazhar olmuşlardır.
Rasûl-i Ekrem’in (sav) torunlarından bir kısmı hakkında, onlarla ilgili değişik olayları anlatan birçok haber vardır. Bunlarda bir dedenin torunlarına ilgisinin, onlara karşı sevgi ve ilgisinin muazzam örneklerini bulmak mümkündür.
Hz. Peygamber’in (sav) çocuklara alâkası doğumdan itibaren başlar. O, doğan çocukların kulaklarına ezan okur, onlara isim verir, önceden kötü isim takılmışsa değiştirir, onlar için akîka kurbanı keserdi. Meselâ Hz. Hasan doğduğunda iki kulağına “ezan” okumuştu.[42]Torunları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Muhassin’e başta konulan Harb ismini hoş bulmamış ve onları mezkûr isimlerle değiştirmişti.[43]
Hz. Peygamber (sav) torunlarını evde bazen sırtına, bazen karnının üzerine alıp eğlendirdiği rivayet edilir. Hatta zaman zaman camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar onun omzunda veya sırtında olurlardı. Mesela Hz. Zeyneb’den kız torunu Ümâme bu çocuklardan biridir.[44] Hz. Peygamber (sav) onu namazda omzuna alır, rüküa gittiğinde yere bırakıp, kalktığında tekrar omzuna alırdı.[45] Bazen Rasûl-i Ekrem (sav) secdeye gidince Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de gelip sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber (sav) secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere bırakırdı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu durum, namaz bitene kadar bu şekilde devam ederdi. Namaz bitince ise Rasûlüllah (sav) onları alıp dizlerine oturturdu.[46] Bir defasında Hz. Peygamber (sav) secdedeyken sırtına Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı.[47] Bir gün Hz. Peygamber (sav) zekât hurmalarını dağıtıyorken Hz. Hasan kucağında bulunuyordu. Dağıtma işi bitince onu omzuna almıştı.[48] Sahabeden Berâ (ra) Hz. Peygamber’in (sav) omzunda Hz. Hasan olduğu halde; “Allah’ım, doğrusu ben bunu seviyorum. Onu sen de sev” dediğini rivayet eder.[49] Çocuklar bineğinin üzerinde de Hz. Peygamber’in (sav) yanındadırlar. Mekke’nin fethinde şehre girerken Hz. Zeyneb’den torunu Ali onun terkisinde bulunuyordu.[50]
Rasûl-i Ekrem (sav) torunlarına olan sevgisini, alâkasını her yerde, her fırsatta gösterirdi. Nitekim bir gün bir omzunda Hz. Hasan, diğerinde Hz. Hüseyin olduğu ve sırasıyla birini, öbürünü öperken sahabenin yanına gelmiştir.[51]
Ebû Hureyre (ra) bir gün Allah’ın Rasûlü (sav) ile dışarı çıktıklarını ve Fâtıma’nın (rah) evine geldiklerinde Peygamber’in (sav) Hasan’ı (ra) kastederek “Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?” buyurduğunu ve Hasan’ın (ra) geldiğini, kucaklaştıkları sırada Allah’ın Rasûlü’nün (sav): “Ey Allah’ım ben onu seviyorum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni niyaz ediyorum” buyurduğunu rivayet etmiştir.[52] Üsâme b. Zeyd’in (ra) rivayetine göre, Hz. Peygamber (sav) Hasan’ı (ra) ve onu alır: “Ey Allah’ım!, onları sevdiğim için, onları sevmeni niyaz ediyorum” diye dua ederdi.[53] Bir başka rivayette Üsâme b. Zeyd (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisini ve Hasan’ı (ra) dizlerine aldığını bir dizine kendisi ve bir dizine Hasan’ı (ra) oturttuğunu ve “Ey Allah’ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum” diye dua ettiğini söylemiştir.[54] Yine Üsâme b. Zeyd (ra) şöyle der: “Bir gece bir işim için gittiğimde, Peygamber (sav) dışarıya elbisesinin içinde bir şeyle çıktı. Ben, ona işimden bahsetmeyi bitirdiğimde, elbisesinin içinde ne olduğunu sorunca elbisesini açtığında Hasan ile Hüseyin’i gördüm. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları! Ey Allah’ım ben onları seviyorum, senin de onları ve onları sevenleri sevmeni niyaz ediyorum”.[55] Benzer bir olay Hz. Hüseyin için de gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber (sav) bir davete giderken yolda Hz. Hüseyin’i oynarken görünce öne çıkıp ellerini açmış ve Hz. Hüseyin’i tutup öpmüştür.[56]
Rivayete göre Rasûlüllah (sav) mescidde insanlara hitap ederken torunları Hasan (ra) ve Hüseyin (ra) gömlekleri içinde düşe kalka yürüyerek yanlarına geldiler. Rasûl-i Ekrem (sav) minberden indi, onları kaldırdı, ardından da şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ malınız ve evlâtlarınız birer fitnedir” diyerek hakikati buyurmuştur: Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine baktım ve vaazımı kesip onları yukarı almaktan kendimi alıkoyamadım”.[57] İbn Abbâs rivayet etmiştir: Rasûlüllah (sav) Hasan’ı omuzlarında taşırken sahâbeden biri Hasan’a (ra) “bineğin ne güzel binektir” dediğinde Hz. Peygamber (sav) bunun üzerine “Ve sürücüsü ne güzel sürücüdür” cevabını vermiştir.[58]
Hz. Ebû Bekir (ra) Allah’ın Rasûlü’nü (sav) yanında Hasan’la (ra) birlikte minberde gördü. Hz. Peygamber (sav) bir insanlara, bir de ona bakıyor ve şöyle diyordu: “Bu benim oğlum bir liderdir ve Allah’ın, iki büyük Müslüman fırkayı onun vasıtası ile uzlaştırması umulur”.[59] Enes b. Mâlik (ra) rivayet ediyor: “Rasûlüllah’a ehl-i beytinden en sevgili olanın kim olduğu sorulduğunda “Hasan ve Hüseyin” diye cevaplamıştır. Rasûlüllah’ın (sav) “Hüseyin bana, ben Hüseyin’e aitim. Hüseyin’i seveni Allah sevsin” buyurduğu rivayet edilmiştir.[60]
Hz. Peygamber’in (sav) bu sevgi tezahürleri Arap kabile reislerinin garibine gitmiştir. Nitekim onlardan biri olan Akra’ b. Habis Hz. Peygamber’i (sav) Hz. Hasan’ı öperken görünce “Doğrusu benim on çocuğun var, hiçbirini öpmemişimdir!” dediğinde Hz. Peygamber (sav) ona şöyle mukabelede bulunmuştur: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!”.[61]
Rasûl-i Ekrem’in (sav) torunlarıyla münasebetinde dikkat çeken bir husus da, onlar arasında ayrım yapmamaya, onlara eşit davranmaya özen göstermesidir. Hz. Peygamber (sav) çocuklara, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun eşit davranılması gerektiğini öğretmiştir. İslâm öncesi Arap toplumunda uzun süredir yerleşmiş bulunan kız çocuklarına karşı olumsuz tavırları değiştirmek için kız çocuklarına özel ilgi göstermiştir. Bu hususta “kim ki iki kız çocuğu erginlik çağına vardıktan sonra yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı sürece onlara iyi davranıp ihsanda bulunursa kızları onu cennet’e dâhil ederler (yâni o kimse kızlarına ettiği iyilik sayesinde cennetlik olur)”buyurmuştur.[62] Bu hususta Hz. Âişe’den (rah) şöyle bir rivayet gelmiştir: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki: “Eğer bir kimse kızlara değer verdiğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi davranırsa onlar Cehennem’e karşı perde olurlar”.[63] Rasûl-i Ekrem’in (sav) bunlardan başka kız çocuklarını güzelce ve özenle yetiştirenlere Allah’ın büyük mükâfat vereceğini belirten pek çok hadisi bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) İslâm’la müşerref olan kadınlardan biat alırken, biatın bir şartının da “çocuklarını öldürmeyecekleri”nin olduğu bilinmektedir.[64]
Hz. Peygamber’in (sav) torunları arasında adaletle muamelede bulunduğuna dair şu örnek verilebilir: Bir gün Hz. Peygamber (sav), Hz. Fâtıma’nın (rah) evine gitmişti. Hz. Hüseyin içecek bir şey istedi. Hz. Peygamber (sav) bu esnada koyun sağmakla meşguldü. Kısa süre sonra Hz. Hasan gelip kendisinden içecek bir şey istedi. Ama Rasûlüllah (sav) sağdığını ona değil Hz. Hüseyin’e verdi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma, Hz. Hüseyin’i mi daha çok sevdiğini sorduğunda Hz. Peygamber (sav) şöyle cevap vermiştir: “Hayır, o Hasan’dan önce istemişti!”.[65] Bununla birlikte Allah Rasûlü’nün (sav) bazı çocukları diğerlerinden daha çok sevdiğini belirten haberler vardır. Bunda ilk çocuk olma, o esnadaki en küçük çocuk olma, bazı kabiliyetlere sahip bulunma gibi sebepler etkili olmuş olmalıdır. Nitekim Allah Rasûlü (sav) kendisine hediye gelen bir gerdanlığı; “Bunu ailemden en çok sevdiğime vereceğim!” demiş, sonra onu torunu Ümâme’ye (rah) vermişti.[66] Muhtemeldir ki, halde bu olayın meydana geldiği zamanda Ümâme (rah) ailenin en küçüğüydü.
Netice olarak şunu diyebiliriz Hz. Peygamber (sav) örnek bir dede olarak torunlarıyla çok yakından ilgilenmiş, onlara sevgi, anlayış ve sorumlulukla yaklaşmış, şefkatle muamele etmiştir. Onun münasebetlerindeki esas nokta sevgi ve ilgidir. Böylece Rasûl-i Ekrem (sav) babalığının yanı sıra dedelik hususlarında da ümmetine en güzel şekilde örnek olmuştur.
SONUÇ
Hz. Peygamber’e (sav) bir aile reisi ve bir baba olarak bakıldığında onda ideal İslâm ailesinin canlı örneğini görmek mümkündür. Hele kadınların ifrat ve tefrit arasında ezildiği, İslâm’ın kadınlara getirdiği haklar hususunda efkâr-ı umûmiyenin sistemli şekilde zihninin bulandırıldığı şu dönemde bu idealleri milletçe bilmeye, fiilen yaşatarak izhar etmeye muhtaç olduğumuz açıktır.
Günümüzde köylerde olsun, şehirlerde olsun, kendini Müslüman ve hatta dindar, çok dindar bilen muhitlerde olsun, bu meselelerde İslâm’ın aileyle ilgili hususları yeterince bilinmediği ve gereğince yaşanmadığı bir gerçektir. Hatta çoğu kere, İslâm’ın kendisi diye takdim edilen pek çok örfî bilgilerin ve alışkanlıkların dinimiz ile hiç ilgisinin bulunmadığı gibi dinin temel öğretisinin tam tersi olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
Müslümanlar olarak gittikçe gelişen ve cemiyet halinde bütünleşmeye giden yarının problemli insanlık ailesi içerisinde eriyip yok olmak istemiyor, üstelik insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunları azaltmada özgün ve sadra şifa katkılarda bulunmak istiyorsak; din deyince, sünnet deyince ibadet hayatımızı ilgilendiren belli tezahürlerin ötesine aşıp medenî ve sosyal hayatımızın her safhasını yönlendirmek için kendisinde en güzel örnekler bulunan Hz. Muhammed’in (sav) yaşayışının her yönünü tanımamız, örneklerimizi ondan almamız, nihayet bunları hayatımıza uygulamamız gerekmektedir. Zira bu hususta Müslümanların rehberi olan Kur’ân’ın çağrısı gayet açıktır: “Allah’ın Rasûlü’nde sizler için en güzel örnek vardır”.[67]
* Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
[1] Hucurât, 49/13.
[2] A’raf, 7/189.
[3] Nisâ, 4/34.
[4] Nesâî, Işratü’n-Nisâ 1.
[5] Buhârî, Nikâh 15; Nesaî, Nikâh 13.
[6] Ebû Dâvûd, Nikâh 1; İbn Mâce, Nikâh 1.
[7] İbn Mâce, Nikâh 1.
[8] Buhârî, Savm 10.
[9] Buhârî, Nikâh 1.
[10] Ebû Dâvûd, Zekât 32 .
[11] Ahzâb, 33/21.
[12] Buhârî, Salât, 12; Meğâzî, 38; Nikâh, 68, Cihâd, 74; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), VIII, 122-123; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, I-V, Kahire ts. (Dâru Nehdati Mısr), IV, 1872.
[13] İbn Sa’d, , VIII, 116-117; İbn Abdilberr, IV, 1804.
[14] İbn Sa’d, VIII, 99; İbn Abdilberr, IV, 1845.
[15] Mümtehine, 60/7.
[16] Buhârî, Nikâh, 39, 40.
[17] Buhârî, Nikâh, 33; İbn Sa’d, VIII, 82-83.
[18] Bu konuda bk. Muhammed Hamidullah İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1990-1991, I, 250-251, II, 663-694; Ayşe Abdurrahman, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları, (çev.İsmail Kaya), Konya 1987; Vicdânî, Ebû Rıdvan Muhammed Sadık, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, (çev. Ahmet Karadut), Ankara 1998, s. 58-62; Celal Yeniçeri, Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat, İstanbul 2000, s. 93-97; Ali Şeriati, Ali, Muhammed’i Tanıyalım, (çev. Ali Seyidoğlu), Ankara 2000, s. 99-100; Ziya Kazıcı, Hazret-i Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, İstanbul 2003; Yaşar Kandemir, “Hanımlarının Dilinden Hz. Peygamber”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul 2006, s. 93-116; Rıza Savaş, “Asr-ı Saadette Hz. Peygamber’in Aile Hayatı”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, I, 297-310.
[19] Buhârî, Îmân 41, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6; Müslim, Vasıyyet 5; Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbn Mâce, Vesâyâ 5.
[20] Buhârî, Nefekât 14 ; Müslim, Zekât 39, 47.
[21] Buhârî, Salât 62, 63, Vesâyâ 30; İbn Sa’d, I, 239-241.
[22] Buhârî, Fedâil 32; Müslim Fedâil 12, 13.
[23] Tirmizî, Radâ` 11; Ebû Dâvûd, Sünnet 15; İbn Mâce, Nikâh 50.
[24] Tirmizî, Radâ` 11; İbni Mâce, Nikâh 50; Ebu Dâvud, Sünnet 16.
[25] Müslim, Radâ` 61
[26] Buhârî, Enbiyâ 1, Nikâh 80; Müslim, Radâ’ 60; Tirmizî, Radâ` 11, Tefsîru sûre (9) 2; İbn Mâce, Nikâh 3.
[27] Buhârî, Tefsîru sûre (91)1; Müslim, Cennet 49; Tirmizî, Tefsîru sûre 91; İbn Mâce, Nikâh 51.
[28] Buhârî, Tefsîru sûre 91; Müslim, Cennet 49; Ebû Dâvûd, Nikâh 43, İbn Mâce, Nikâh 51.
[29] Müslim, Radâ 61.
[30] Ebû Dâvûd, Edeb 114.
[31] Müslim, Fedâil, 62.
[32] Müslim, Fedâil 63.
[33] Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe 22, İlim 18, Salât 106; Tirmizî, Menâkıb 9, Birr 57; Ebû Dâvûd, Tereccül 15, İbn Mâce, Edeb 3.
[34] Buhârî, Cenâiz 32.
[35] Buhârî, Ezan 65.
[36] Ebû Dâvûd, Salât 26; Tirmizî, Mevâkît 182.
[37] Müslim, Fedâil 51.
[38] Buhârî, Hibe 12.
[39] İbn Sa’d, III, 45.
[40] Ahzâb, 33/36.
[41] Nesaî, Nikâh 34. Bu konuda geniş bilgi için bk. Adem Apak, Hz. Peygamber’in (sav) Etrafındaki Çocuklar ve Gençler, Düşünce Kitabevi Yayınları:İstanbul 2009, s. 69-78
[42] Ebû Dâvûd, Edeb, 114.
[43] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 98, 118.
[44] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, (thk. Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşûr), I-VII, ? 1970 (Kitabü’ş-Şi’b), IV, 125.
[45] Buhârî, Salât 106; Müslim, Mesâcid 41.
[46] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 513.
[47] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 494; Nesâî, Tatbik 82.
[48] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 279.
[49] Buhârî, Fedâilu’l-Ashab 22.
[50] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 126.
[51] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 440.
[52] Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 17.
[53] Buhârî, Menakîb 27; Müslim, Fedâil 17; Tirmizî, Menâkıb 31.
[54] Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 17
[55] Buhârî, Menâkıb 27; Tirmizî, Menâkıb 31.
[56] İbn Mâce, Mukaddime 11.
[57] İbn Mâce, Libâs 20; Tirmizî, Menâkıb 30; Ebû Dâvûd, Salât 17; Nesâî, Cuma 30.
[58] Tirmizî, Menâkıb 31.
[59] Buhârî, Menakîb 27; Nesaî, Cuma 17.
[60] Buhârî, Fedâil 18-22; Müslim, Fedâil 32, 56, 58-61, 67; Tirmizî, Menâkıb 31; İbn Mâce, Mukaddime 27.
[61] Müslim, Fedâil 65.
[62] İbn Mâce, Edeb 3.
[63] Buhârî Edeb 18.
[64] Mümtehine, 60/12.
[65] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 101.
[66] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,101.
[67] Ahzâb, 33/ 21.